Yüce
Allah’ın Ortağının Bulunmasına İmkân Yoktur
İnsanlar arasında
Allah’a, Rubûbiyyete ortak koşmak görülen bir husus olduğundan dolayı Kur’ân-ı
Kerîm şu buyruklarında olduğu gibi bunun batıl olduğunu açıkça beyan etmiş
bulunmaktadır: "Allah hiçbir evlat
edinmedi. Onunla birlikte herhangi bir ilâh da yoktur. Eğer olsaydı bu takdirde
herbir ilâh yarattığını alır, elbette kimisi kimisine üstünlük sağlardı."
(el-Mu’minûn,
23/91)
Şimdi apaçık, son derece
özlü bu lafızlarla ortaya konulmuş bu gözkamaştırıcı delil üzerinde dikkatle
düşünelim. Hak olan ilâhın mutlaka yaratıcı ve fail olması gerekir. Kendisine
ibadet edene fayda sağlamalı ve ona gelecek zararı önleyebilmelidir. Eğer şanı
yüce Allah ile birlikte mülkünde ortak bir başka ilâh bulunsaydı, onun da bir
takım yaratıkları ve fiilleri de olması kaçınılmazdı. O takdirde böyle bir
ortaklığa da razı olmaması gerekirdi. Aksine gücü yettiği takdirde o, ortağını
kahreder, başına mülke kendisi sahip olur ve tek başına ulûhiyyeti elinde
tutardı. Bunu yapabilecek olsaydı, elbette yapardı. Eğer buna güç yetiremeyecek
olursa kendi yarattığı ile başbaşa kalır ve bu yarattıklarını alır, bir kenara
çekilir. Nitekim dünyadaki hükümdarlar da eğer biri diğerini yenik düşüremiyor
ve ötekine üstünlük sağlayamıyor ise kendi ülkesinin egemenliği ile bir kenarda
tek başına durur.
O halde şu üç husustan
birisinin olması kaçınılmazdır:
• Ya herbir ilâh kendi
yarattığını ve egemenliğini bir başına alır ve sürdürür.
• Yahut biri diğerine
üstünlük sağlar;
• Yahut ta hepsi de
kendileri üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunan, buna karşılık kendilerinin
üzerinde tasarruf imkânını bulamadıkları bir tek kişinin kahrı ve mülkü altında
olurlar ve bu kişi tek başına ilâh olur, kendileri ise her bakımdan yenik
düşürülen ve kendilerine rubûbiyyetini kabul ettirenin kulları
olurlar.
Bütün âlemin işinin
düzen içerisinde olması, işinin son derece sağlam yürütülmesi; onu çekip
çevirenin, idare edenin, bir tek ilâh, bir tek mâlik ve egemen ve bir tek rab
olduğunun en açık bir delilidir. Mahlukatın O’ndan başka hiçbir ilâhı yoktur.
O’ndan başka onların bir Rab’leri de yoktur. Nitekim Temânu’ Delili de kainatın
yaratıcısının bir olduğunu, ondan başka hiçbir rabbi bulunmadığını, dolayısıyla
bu rabbin dışında bir ilâhlarının da bulunmadığını ortaya koymaktadır. İşte
yaratışta ve var edişte temanû’ bu olduğu gibi ibadet ve ulûhiyyette de bu
şekilde temanû’ söz konusudur. Yani kainatın birbirine denk iki yaratıcı
rabbinin bulunması mümteni’ (imkânsız) olduğu gibi; bütün kainattaki varlıkların
kendisine ibadet edilen iki ilâhının bulunması da imkânsız bir
şeydir.
Kainatın birbirine denk
iki yaratıcısının varlığının özü itibariyle imkânsız olduğunu bilmek, fıtratta
fiilen var olan bir şeydir ve apaçık akıl tarafından batıl olduğu bilinen bir
husustur. İşte iki varlığın ilâh olmasının batıl olduğu da böylelikle
anlaşılmaktadır.
O halde âyet-i kerîme
fıtrat’ta yer etmiş bulunan rubûbiyyetin tevhid’i gerçeğine uygundur ve onun bu
uygunluğu ulûhiyyetin de tevhid’ini gerektirmekte, ispatlamakta ve ona delil
teşkil etmektedir.
Bu anlamı dile getiren
işaret edilen âyet-i kerîme’nin manasına yakın bir hususu da şu âyet-i kerîme
dile getirmektedir: "Eğer göklerle yerde
Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisinin de düzeni bozulup gitmişti."
(el-Enbiyâ, 21/22)
Âyet-i kerîme göklerde
ve yerde birden çok ilâhın bulunmasının imkânsız olduğunu göstermektedir. Ancak
bir tek ilâhın varlığı söz konusudur. Yine âyet-i kerîme bu bir ve tek ilâhın
yüce Allah’tan başkasının da olamayacağına, göklerde ve yerde düzenin
bozulmasının ikisinde birden çok ilâhın bulunmasının ve bir ve tek Allah’tan
başka ilâhların varlığının kaçınılmaz sonucu olduğuna delildir.
Yine âyet-i kerîme şunu
göstermektedir. Göklerin ve yerin düzeni ancak her ikisinde de yüce Allah’ın
bizzat kendisinin ilâh olmasına bağlıdır. Şâyet kainatta kendisine ibadet olunan
iki ilâh bulunacak olursa kainatın tümünün düzeni bozulur.
Çünkü kainatın düzeni
ancak adalet iledir. Adaletle gökler ve yer dimdik ayakta durur. Kayıtsız ve
şartsız olarak en büyük zulüm şirktir, en ileri derecedeki adalet ise
tevhid’dir.
el-akidetül tahaviyye
Allah’ın Ortağının Bulunmasına İmkân Yoktur
İnsanlar arasında
Allah’a, Rubûbiyyete ortak koşmak görülen bir husus olduğundan dolayı Kur’ân-ı
Kerîm şu buyruklarında olduğu gibi bunun batıl olduğunu açıkça beyan etmiş
bulunmaktadır: "Allah hiçbir evlat
edinmedi. Onunla birlikte herhangi bir ilâh da yoktur. Eğer olsaydı bu takdirde
herbir ilâh yarattığını alır, elbette kimisi kimisine üstünlük sağlardı."
(el-Mu’minûn,
23/91)
Şimdi apaçık, son derece
özlü bu lafızlarla ortaya konulmuş bu gözkamaştırıcı delil üzerinde dikkatle
düşünelim. Hak olan ilâhın mutlaka yaratıcı ve fail olması gerekir. Kendisine
ibadet edene fayda sağlamalı ve ona gelecek zararı önleyebilmelidir. Eğer şanı
yüce Allah ile birlikte mülkünde ortak bir başka ilâh bulunsaydı, onun da bir
takım yaratıkları ve fiilleri de olması kaçınılmazdı. O takdirde böyle bir
ortaklığa da razı olmaması gerekirdi. Aksine gücü yettiği takdirde o, ortağını
kahreder, başına mülke kendisi sahip olur ve tek başına ulûhiyyeti elinde
tutardı. Bunu yapabilecek olsaydı, elbette yapardı. Eğer buna güç yetiremeyecek
olursa kendi yarattığı ile başbaşa kalır ve bu yarattıklarını alır, bir kenara
çekilir. Nitekim dünyadaki hükümdarlar da eğer biri diğerini yenik düşüremiyor
ve ötekine üstünlük sağlayamıyor ise kendi ülkesinin egemenliği ile bir kenarda
tek başına durur.
O halde şu üç husustan
birisinin olması kaçınılmazdır:
• Ya herbir ilâh kendi
yarattığını ve egemenliğini bir başına alır ve sürdürür.
• Yahut biri diğerine
üstünlük sağlar;
• Yahut ta hepsi de
kendileri üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunan, buna karşılık kendilerinin
üzerinde tasarruf imkânını bulamadıkları bir tek kişinin kahrı ve mülkü altında
olurlar ve bu kişi tek başına ilâh olur, kendileri ise her bakımdan yenik
düşürülen ve kendilerine rubûbiyyetini kabul ettirenin kulları
olurlar.
Bütün âlemin işinin
düzen içerisinde olması, işinin son derece sağlam yürütülmesi; onu çekip
çevirenin, idare edenin, bir tek ilâh, bir tek mâlik ve egemen ve bir tek rab
olduğunun en açık bir delilidir. Mahlukatın O’ndan başka hiçbir ilâhı yoktur.
O’ndan başka onların bir Rab’leri de yoktur. Nitekim Temânu’ Delili de kainatın
yaratıcısının bir olduğunu, ondan başka hiçbir rabbi bulunmadığını, dolayısıyla
bu rabbin dışında bir ilâhlarının da bulunmadığını ortaya koymaktadır. İşte
yaratışta ve var edişte temanû’ bu olduğu gibi ibadet ve ulûhiyyette de bu
şekilde temanû’ söz konusudur. Yani kainatın birbirine denk iki yaratıcı
rabbinin bulunması mümteni’ (imkânsız) olduğu gibi; bütün kainattaki varlıkların
kendisine ibadet edilen iki ilâhının bulunması da imkânsız bir
şeydir.
Kainatın birbirine denk
iki yaratıcısının varlığının özü itibariyle imkânsız olduğunu bilmek, fıtratta
fiilen var olan bir şeydir ve apaçık akıl tarafından batıl olduğu bilinen bir
husustur. İşte iki varlığın ilâh olmasının batıl olduğu da böylelikle
anlaşılmaktadır.
O halde âyet-i kerîme
fıtrat’ta yer etmiş bulunan rubûbiyyetin tevhid’i gerçeğine uygundur ve onun bu
uygunluğu ulûhiyyetin de tevhid’ini gerektirmekte, ispatlamakta ve ona delil
teşkil etmektedir.
Bu anlamı dile getiren
işaret edilen âyet-i kerîme’nin manasına yakın bir hususu da şu âyet-i kerîme
dile getirmektedir: "Eğer göklerle yerde
Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisinin de düzeni bozulup gitmişti."
(el-Enbiyâ, 21/22)
Âyet-i kerîme göklerde
ve yerde birden çok ilâhın bulunmasının imkânsız olduğunu göstermektedir. Ancak
bir tek ilâhın varlığı söz konusudur. Yine âyet-i kerîme bu bir ve tek ilâhın
yüce Allah’tan başkasının da olamayacağına, göklerde ve yerde düzenin
bozulmasının ikisinde birden çok ilâhın bulunmasının ve bir ve tek Allah’tan
başka ilâhların varlığının kaçınılmaz sonucu olduğuna delildir.
Yine âyet-i kerîme şunu
göstermektedir. Göklerin ve yerin düzeni ancak her ikisinde de yüce Allah’ın
bizzat kendisinin ilâh olmasına bağlıdır. Şâyet kainatta kendisine ibadet olunan
iki ilâh bulunacak olursa kainatın tümünün düzeni bozulur.
Çünkü kainatın düzeni
ancak adalet iledir. Adaletle gökler ve yer dimdik ayakta durur. Kayıtsız ve
şartsız olarak en büyük zulüm şirktir, en ileri derecedeki adalet ise
tevhid’dir.
el-akidetül tahaviyye