Müslümanlar olarak karşılaştığımız bir olumsuzluk, karşılaştığımız bir
musibet varsa, bir müslüman olarak öncelikle kendimi suçlamayı, kendimi
sorgulamayı tercih ediyorum. Hata üstüne hata yapması her an mümkün
olabilen bir müsiüman olarak, karşılaşılan bu olumsuzluk veya bu
musibette kendi hatamı, kendi yanlışımı, daha doğrusu kendi payımı
bulmaya çalışıyorum.
Tabi ki bir özeleştiri oluyor bu!.
Geçenlerde okuduğum bir fıkra, yine kendime yönelmeme, yine kendimi
eleştirmeme neden oldu. Fıkra şöyleydi.,
Elektrik tamiratıyla uğraşan bir dükkanın telefonu çalar. Telefonu
açan ustabaşı, iki gün önce bildirilen zil tamiratının yapılmadığını ve
söz konusu evde zillerin çalmadığını öğrenir. Bu tamiratı yapması için
gönderdiği çırağı azarlayarak, zili neden tamir etmediğini sorar. Çırak
ise bu azarı haksız bularak şöyle cevap verir.,
Usta beni niye azarlıyorsun!. Ben tamirat için o eve gittim, evin
zilini uzun uzun çaldım, kimse kapıyı açmayınca Den de geri döndüm!. Bu
fıkrayı okuyunca,
çırağın acemiliğine benzer bir acemiliğin, kendimde bulunup
bulunmadığını düşündüm!.
Müslümanların bazı ortak sorunlarını değerlendirirken, birçok
sorunun iman zafiyetinden kaynaklandığını belirtiyor ve yine bu
müslümanları imani düzlemde muhatap alarak, iman boyutundan dürtmeye
uğraşıyordum!. Kalplerin katılaşmasından söz ediyor fakat yine de
yumuşacık parmaklarımla bu kalplere dokunmaya çalışıyordum!.
Acabe ben de, fıkrada zikredilen acemi zil tamircisi gibi miydim?
Bozuk olduğunu söylediğim zili tamir etmek için, yine bozuk olan
zile mi basıyordum?
İyi ama başka ne yapabilirim ki! Kapıları tokmaklar gibi, kafaları
tokmaklamaya mı kalkışayım?
Yoksa akıllı birer insan olarak sadece ve sadece akılları mı muhatap
alacağız!.
İyi ama,
kalpleri gözardı ederek sadece akılları muhatap almak, başlı başına
bir akılsızlık, başlı başına bir fikirsizlik değil midir?
Sadece ve sadece imanla anlaşılacak, imanla elde edilebilecek olan
değerlerin, imandan başka bir yolla, imandan başka bir yöntemle elde
edilmesi mümkün müdür?
İslam adına uyarıp-korkutmamız gereken insanları, cehennem ile değil
de, açlık, kıtlık ve enflasyonla mı korkutacağız?
Böyle bir yol, böyle bir yöntem, şeytanın yolu, şeytanın yöntemi
değil mi?
İnsanları açlık, kıtlık ve fakirlikle korkutan lanetli yaratık,
şeytan aleyhillanenin ta kendisi değil mi?
İslam adına uyarıp-müjdelememiz gereken insanları, cennet ile değil
de, dünyevi bolluk ve refah ile mi müjdeleyeceğiz?
Korkutmak için cehennem azabı, müjdelemek için cennet nimetleri
yetmiyor mu?
Yazıklar olsun, binlerce kez yazıklar olsun ki yetmiyor!.
Hatta yetip yetmemek bir yana, ilgi bile duyulmuyor!. Nitekim
müslümanım diyenlere dahi cennet ve cehennemden bahsetmeye kalkıştığım
zamanlar, İlgiden ve heyecandan uzak gözlerle yüzüme bakıyorlar!.
Sanki bunlara, bu nefes alan canlılara değil de, kabirdekilere
konuşuyor, kabirdekilere talkın veriyorum!.
Oysa daha önceleri böyle değildi!.
Cehennem denilince kalplere cehennem korkusu, cennet denilince
gözlere cennet arzusu temas edebiliyordu. Bu kısmi temas ile gözler
aralanıyor, bu kısmi temas ile kalpler titreşebiliyordu.
Ancak kalpler katılaşmayı başladı!.
Hak ile yumuşamasına rağmen bu hakkın gereğini yapmayan kalpler,
dünyevi kaygHarla kararmaya, nefsi yönelişlerle katılaşmaya başlamıştı!.
Bir erozyon yaşanıyordu!. Bu erozyon, toprak veya kültür değil, iman
erozyonuydu!. Toprak kaybından çok daha önemli olan bu iman kayması,
bu iman kaybı, bir insan için değerli olan herşeyin kaybı demekti!.
Çünkü kalıcı olan bütün değerler, kalıcı olan bütün güzellikler, iman
ile başlayıp, iman ile gelişen değerler, iman ile gelişen güzelliklerdi.
Kendisine vuran dalgalarla taşını ve toprağını yitiren dağlar nasıl
ki dümdüz oluyorlarsa, dağ gibi müslümanlar da bu iman erozyonuyla
dümdüz oluyorlardı!.
Cahili dalgalar, iman direncini yitiren müslümanlan önce yumuşatıyor
ve sonra bu yumuşak taraflarını kopararak alıp götürüyordu!.
Bu durumdan muzdarip olan bazı kimseler ise kurtuluşu
televizyonlardaki evliya filmlerinde arıyorlarmış!.
Efendime söylemeyim, televizyondaki bu gibi filmler ve bu
filmlerdeki kerametler, imani hassasiyeti fazlalaştırıyormuş!.
Filme konu olan zatın, ilk kez karşılaştığı kişinin kim olduğunu,
nereden ve ne için geldiğini hiç sormadan söylemesi, bütün müslümanların
imanlarını kuvvetlendirecek, imani duygularını fazlalaştıracak
hadiselermiş.
İslam'ın kalbi yönünden bunu anlayan ve çareyi böylesi keramet{!)
vadilerinde arayan bu arkadaşlara "Söz konusu filmler beni hiç de müsbet
etkilemiyor!." dediğimde ise benim gibi bir nasipsize acıyarak
bakmışlar ve neden etkilemediğini sormuşlardı!.
Bu saçma soru benim canımı sıkmış, bu saçma soru beni
heyecanlandırmıştı!. Ve kalbimi saran bu sıkıntıyla, bu heyecanla bir
süre susmuş ve daha fazla dayanamayarak konuşmaya başlamıştım.
Bu gibi filmler beni neden etkilesin ki!.
Ben, Nuh tufanına şahit oldum!.
Ben, Hz. İbrahim (a.s.)'ın ateşe atılışına ve bu ateşten salimen
çıkışına şahit oldum!.
Ben, Ad, Semud ve Lut kavimlerinin yerle bir edilmesine şahit
oldum!.
Ben, Hz. Musa {a.s.)'ın asasını atışına ve bu asanın bir ejderha
oluşuna şahit oldum!.
Ben, Kızıldeniz'in yanlışına, Musa (a.s.) ile israiloğuilannın
geçişine ve Firavun ordusunun heiakına şahit oldum!.
Ben, gökten kudret helvası ve bıldırcın etinin inişine şahit oldum!.
Ben, bir kısım israiloğullarının aşağılık maymunlara
dönüştürülmesine şahit oldum!.
Ben, Hz. Isa (a.s.)'ın babasız doğuşuna ve bebek iken konuşmasına
şahit oldum!.
Ben, Kabe'yi yıkmaya gelen Ebrehe ve ordusunun, Ebabil kuşlarıyla
helak edilmesine şahit oldum!.
Ben, Cebrail (a.s.)'ın Efendimiz (s.a.v.)'e gelişine ve İlahi
buyruğu vahyedişine şahit oldum!.
Şimdi soruyorum sizlere!. Bütün bunlara şahit olan bir müslümanın,
söz konusu filmlerden etkilenmesini nasıl bekliyorsunuz?
Yüz ifadeleri ve bakışları allak bullak olmuştu!.
Beni herhalde deli sanmışlar ve benim gibi bir deliden umud kesmiş
olacaklar ki, büyük bir olgunlukla susmayı tercih ettiler!.
Bense acemi zil tamircisi gibi hala zile basıyor ve kapının
açılmasını bekliyordum.,
Bu mucizelere sizler de şahit olsaydınız, bahsettiğiniz ufak tefek
şeyleri abartır, bu gibi şeylere itibar eder miydiniz?
Sadece bir ağız açıldı ve ağızdaki kurtlu bakla ortaya çıkıverdi.,
Biz o mucizelere şahit olmadık ki!. Evet, büyük bir yanlışı ifade
eden küçük bir doğru sözdü bu!.
Zaten meselenin düğüm noktası da buydu!. Müslümanlar bu mucizelere
şahit olmamışlardı ki!. Bu mucizelere şahit olsalar, yaşadığımız dünyaya
ve dünya yaşantısına böyle mi bakarlardı?
Bu mucizelere şahit olsalar, çağdaş Nemrutları güç ve kudret sahibi
görürler miydi?
Bu mucizelere şahit olsalar, çağdaş firavunlardan korkarlar mıydı?
Bu mucizelere şahit olsalar,
Allah'ın yardımını muğlak, Allah'ın yardımını uzak görürler miydi?
Kızıldenizin yanlışını ve firavun ordusunun suda boğuluşunu bizzat
görselerdi, yaşadığımız çağda dimdik ayağa kalkarak "Ey insanlar, ey
müslümanlar». Allah'a isyan eden bu çağdaş firavunlardan hiç korkmayın.
Biz bunlar gibi firavunların, bunlar gibi müstekbirierin
İlahi kudret karşısında bir hiç olduklarını ve suların arasında bir
çöp gibi savrulduklarını gördükt." demezler miydi?
İyi ama söyleyin bana, bu mucizelere şahit olmaları için illa ki o
dönemlerde mi yaşamaları lazımdı?
Bizlere bütün bu mucizeleri hak ve doğrunun gerçek sahibi olan şanı
yüce Rabbimizin bildirmesi yetmiyor mu?
Bütün bu mucizelerin İlahi kelamda yer alması, bu mucizeleri bizzat
görmüş, bizzat yaşamış gibi iman etmemize yeterli değil mi?
Bir mü'min için, bu mucizelere bizzat şahit olmak ile bu mucizelerin
Allah tarafından bildirilmesi arasında Önemli bir fark var mıdır?
Alemlerin Rabbi olan Allah'ın varlığına ve birliğine hiç kuşkusuz
şahadet ettiğimiz gibi, Rabbimizin bildirdiği bu mucizelere de hiç
kuşkusuz şahadet etmemiz ve bu şahadeti yaşamtşçasına hissetmemiz
gerekmez mi?
Kur'an-ı Kerim'de yer alan bu mucizeler, bizler için bir hikaye, bir
Dede Korkut masalı mı?
Bütün bu mucizelerin bizlere İlahi kelamla bildirilmesi, bu
mucizeleri yaşamışçasına iman etmemiz ve bu imanla doğrulmamız için
değil mi?
O halde ne oluyor? . .
Nedir bu iman kaybı, nedir bu iman kayması!.
Ve neden, neden çalmıyor kapıların zilleri ve neden açılmıyor
kapılar!.
Yoksa siz de, siz de duymuyor musunuz bu acemi çırağın zil sesini!.
yoldaki musibetler-Mehmed Alagaş
musibet varsa, bir müslüman olarak öncelikle kendimi suçlamayı, kendimi
sorgulamayı tercih ediyorum. Hata üstüne hata yapması her an mümkün
olabilen bir müsiüman olarak, karşılaşılan bu olumsuzluk veya bu
musibette kendi hatamı, kendi yanlışımı, daha doğrusu kendi payımı
bulmaya çalışıyorum.
Tabi ki bir özeleştiri oluyor bu!.
Geçenlerde okuduğum bir fıkra, yine kendime yönelmeme, yine kendimi
eleştirmeme neden oldu. Fıkra şöyleydi.,
Elektrik tamiratıyla uğraşan bir dükkanın telefonu çalar. Telefonu
açan ustabaşı, iki gün önce bildirilen zil tamiratının yapılmadığını ve
söz konusu evde zillerin çalmadığını öğrenir. Bu tamiratı yapması için
gönderdiği çırağı azarlayarak, zili neden tamir etmediğini sorar. Çırak
ise bu azarı haksız bularak şöyle cevap verir.,
Usta beni niye azarlıyorsun!. Ben tamirat için o eve gittim, evin
zilini uzun uzun çaldım, kimse kapıyı açmayınca Den de geri döndüm!. Bu
fıkrayı okuyunca,
çırağın acemiliğine benzer bir acemiliğin, kendimde bulunup
bulunmadığını düşündüm!.
Müslümanların bazı ortak sorunlarını değerlendirirken, birçok
sorunun iman zafiyetinden kaynaklandığını belirtiyor ve yine bu
müslümanları imani düzlemde muhatap alarak, iman boyutundan dürtmeye
uğraşıyordum!. Kalplerin katılaşmasından söz ediyor fakat yine de
yumuşacık parmaklarımla bu kalplere dokunmaya çalışıyordum!.
Acabe ben de, fıkrada zikredilen acemi zil tamircisi gibi miydim?
Bozuk olduğunu söylediğim zili tamir etmek için, yine bozuk olan
zile mi basıyordum?
İyi ama başka ne yapabilirim ki! Kapıları tokmaklar gibi, kafaları
tokmaklamaya mı kalkışayım?
Yoksa akıllı birer insan olarak sadece ve sadece akılları mı muhatap
alacağız!.
İyi ama,
kalpleri gözardı ederek sadece akılları muhatap almak, başlı başına
bir akılsızlık, başlı başına bir fikirsizlik değil midir?
Sadece ve sadece imanla anlaşılacak, imanla elde edilebilecek olan
değerlerin, imandan başka bir yolla, imandan başka bir yöntemle elde
edilmesi mümkün müdür?
İslam adına uyarıp-korkutmamız gereken insanları, cehennem ile değil
de, açlık, kıtlık ve enflasyonla mı korkutacağız?
Böyle bir yol, böyle bir yöntem, şeytanın yolu, şeytanın yöntemi
değil mi?
İnsanları açlık, kıtlık ve fakirlikle korkutan lanetli yaratık,
şeytan aleyhillanenin ta kendisi değil mi?
İslam adına uyarıp-müjdelememiz gereken insanları, cennet ile değil
de, dünyevi bolluk ve refah ile mi müjdeleyeceğiz?
Korkutmak için cehennem azabı, müjdelemek için cennet nimetleri
yetmiyor mu?
Yazıklar olsun, binlerce kez yazıklar olsun ki yetmiyor!.
Hatta yetip yetmemek bir yana, ilgi bile duyulmuyor!. Nitekim
müslümanım diyenlere dahi cennet ve cehennemden bahsetmeye kalkıştığım
zamanlar, İlgiden ve heyecandan uzak gözlerle yüzüme bakıyorlar!.
Sanki bunlara, bu nefes alan canlılara değil de, kabirdekilere
konuşuyor, kabirdekilere talkın veriyorum!.
Oysa daha önceleri böyle değildi!.
Cehennem denilince kalplere cehennem korkusu, cennet denilince
gözlere cennet arzusu temas edebiliyordu. Bu kısmi temas ile gözler
aralanıyor, bu kısmi temas ile kalpler titreşebiliyordu.
Ancak kalpler katılaşmayı başladı!.
Hak ile yumuşamasına rağmen bu hakkın gereğini yapmayan kalpler,
dünyevi kaygHarla kararmaya, nefsi yönelişlerle katılaşmaya başlamıştı!.
Bir erozyon yaşanıyordu!. Bu erozyon, toprak veya kültür değil, iman
erozyonuydu!. Toprak kaybından çok daha önemli olan bu iman kayması,
bu iman kaybı, bir insan için değerli olan herşeyin kaybı demekti!.
Çünkü kalıcı olan bütün değerler, kalıcı olan bütün güzellikler, iman
ile başlayıp, iman ile gelişen değerler, iman ile gelişen güzelliklerdi.
Kendisine vuran dalgalarla taşını ve toprağını yitiren dağlar nasıl
ki dümdüz oluyorlarsa, dağ gibi müslümanlar da bu iman erozyonuyla
dümdüz oluyorlardı!.
Cahili dalgalar, iman direncini yitiren müslümanlan önce yumuşatıyor
ve sonra bu yumuşak taraflarını kopararak alıp götürüyordu!.
Bu durumdan muzdarip olan bazı kimseler ise kurtuluşu
televizyonlardaki evliya filmlerinde arıyorlarmış!.
Efendime söylemeyim, televizyondaki bu gibi filmler ve bu
filmlerdeki kerametler, imani hassasiyeti fazlalaştırıyormuş!.
Filme konu olan zatın, ilk kez karşılaştığı kişinin kim olduğunu,
nereden ve ne için geldiğini hiç sormadan söylemesi, bütün müslümanların
imanlarını kuvvetlendirecek, imani duygularını fazlalaştıracak
hadiselermiş.
İslam'ın kalbi yönünden bunu anlayan ve çareyi böylesi keramet{!)
vadilerinde arayan bu arkadaşlara "Söz konusu filmler beni hiç de müsbet
etkilemiyor!." dediğimde ise benim gibi bir nasipsize acıyarak
bakmışlar ve neden etkilemediğini sormuşlardı!.
Bu saçma soru benim canımı sıkmış, bu saçma soru beni
heyecanlandırmıştı!. Ve kalbimi saran bu sıkıntıyla, bu heyecanla bir
süre susmuş ve daha fazla dayanamayarak konuşmaya başlamıştım.
Bu gibi filmler beni neden etkilesin ki!.
Ben, Nuh tufanına şahit oldum!.
Ben, Hz. İbrahim (a.s.)'ın ateşe atılışına ve bu ateşten salimen
çıkışına şahit oldum!.
Ben, Ad, Semud ve Lut kavimlerinin yerle bir edilmesine şahit
oldum!.
Ben, Hz. Musa {a.s.)'ın asasını atışına ve bu asanın bir ejderha
oluşuna şahit oldum!.
Ben, Kızıldeniz'in yanlışına, Musa (a.s.) ile israiloğuilannın
geçişine ve Firavun ordusunun heiakına şahit oldum!.
Ben, gökten kudret helvası ve bıldırcın etinin inişine şahit oldum!.
Ben, bir kısım israiloğullarının aşağılık maymunlara
dönüştürülmesine şahit oldum!.
Ben, Hz. Isa (a.s.)'ın babasız doğuşuna ve bebek iken konuşmasına
şahit oldum!.
Ben, Kabe'yi yıkmaya gelen Ebrehe ve ordusunun, Ebabil kuşlarıyla
helak edilmesine şahit oldum!.
Ben, Cebrail (a.s.)'ın Efendimiz (s.a.v.)'e gelişine ve İlahi
buyruğu vahyedişine şahit oldum!.
Şimdi soruyorum sizlere!. Bütün bunlara şahit olan bir müslümanın,
söz konusu filmlerden etkilenmesini nasıl bekliyorsunuz?
Yüz ifadeleri ve bakışları allak bullak olmuştu!.
Beni herhalde deli sanmışlar ve benim gibi bir deliden umud kesmiş
olacaklar ki, büyük bir olgunlukla susmayı tercih ettiler!.
Bense acemi zil tamircisi gibi hala zile basıyor ve kapının
açılmasını bekliyordum.,
Bu mucizelere sizler de şahit olsaydınız, bahsettiğiniz ufak tefek
şeyleri abartır, bu gibi şeylere itibar eder miydiniz?
Sadece bir ağız açıldı ve ağızdaki kurtlu bakla ortaya çıkıverdi.,
Biz o mucizelere şahit olmadık ki!. Evet, büyük bir yanlışı ifade
eden küçük bir doğru sözdü bu!.
Zaten meselenin düğüm noktası da buydu!. Müslümanlar bu mucizelere
şahit olmamışlardı ki!. Bu mucizelere şahit olsalar, yaşadığımız dünyaya
ve dünya yaşantısına böyle mi bakarlardı?
Bu mucizelere şahit olsalar, çağdaş Nemrutları güç ve kudret sahibi
görürler miydi?
Bu mucizelere şahit olsalar, çağdaş firavunlardan korkarlar mıydı?
Bu mucizelere şahit olsalar,
Allah'ın yardımını muğlak, Allah'ın yardımını uzak görürler miydi?
Kızıldenizin yanlışını ve firavun ordusunun suda boğuluşunu bizzat
görselerdi, yaşadığımız çağda dimdik ayağa kalkarak "Ey insanlar, ey
müslümanlar». Allah'a isyan eden bu çağdaş firavunlardan hiç korkmayın.
Biz bunlar gibi firavunların, bunlar gibi müstekbirierin
İlahi kudret karşısında bir hiç olduklarını ve suların arasında bir
çöp gibi savrulduklarını gördükt." demezler miydi?
İyi ama söyleyin bana, bu mucizelere şahit olmaları için illa ki o
dönemlerde mi yaşamaları lazımdı?
Bizlere bütün bu mucizeleri hak ve doğrunun gerçek sahibi olan şanı
yüce Rabbimizin bildirmesi yetmiyor mu?
Bütün bu mucizelerin İlahi kelamda yer alması, bu mucizeleri bizzat
görmüş, bizzat yaşamış gibi iman etmemize yeterli değil mi?
Bir mü'min için, bu mucizelere bizzat şahit olmak ile bu mucizelerin
Allah tarafından bildirilmesi arasında Önemli bir fark var mıdır?
Alemlerin Rabbi olan Allah'ın varlığına ve birliğine hiç kuşkusuz
şahadet ettiğimiz gibi, Rabbimizin bildirdiği bu mucizelere de hiç
kuşkusuz şahadet etmemiz ve bu şahadeti yaşamtşçasına hissetmemiz
gerekmez mi?
Kur'an-ı Kerim'de yer alan bu mucizeler, bizler için bir hikaye, bir
Dede Korkut masalı mı?
Bütün bu mucizelerin bizlere İlahi kelamla bildirilmesi, bu
mucizeleri yaşamışçasına iman etmemiz ve bu imanla doğrulmamız için
değil mi?
O halde ne oluyor? . .
Nedir bu iman kaybı, nedir bu iman kayması!.
Ve neden, neden çalmıyor kapıların zilleri ve neden açılmıyor
kapılar!.
Yoksa siz de, siz de duymuyor musunuz bu acemi çırağın zil sesini!.
yoldaki musibetler-Mehmed Alagaş