İSMİ AZAM DUALARI
1-Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm), bir adamın şöyle söylediğini işitti: “Allah’ım, şehâdet
ettiğim şu hususlar sebebiyle senden talep ediyorum: Sen, kendisinden
başka ilah olmayan Allah’sın, birsin, samedsin (hiçbir şeye ihtiyacın
yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın, doğmadın, bir eşin ve benzerin
yoktur.”Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular:”Nefsimi kudret elinde tutan Zât’a yemin olsun, bu kimse,
Allah’tan İsm-i Âzamı adına talepte bulundu. Şunu bilin ki, kim İsm-i
Âzamla dua ederse Allah ona icâbet eder, kim onunla talepde bulunursa
(Allah ona dilediğini mutlaka) verir.” [Tirmizî, Daavât 65, (3471); Ebû
Dâvud, Salât 358, (1493).]
اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِأنِّى أشْهَدُ أنَّكَ: أنْتَ اللّهُ َ إلَهَ
إَّ أنْتَ ا‘حَدُ الصَّمَدُ الذى لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ
يَكُنْ لَهُ كُفْواً
أحَدٌ
2-Mihcen İbnu’l-Edra’ (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bir adamın: “Ey Allah’ım, bir ve samed olan,
doğurmayan ve doğurulmayan, eşi ve benzeri de olmayan Allah adıyla
senden istiyorum. Günahlarımı mağfiret et, sen Gafûrsun, Râhimsin!”
dediğini işitmişti, hemen şunu söyledi:”O mağfiret edildi. O mağfiret
edildi. O mağfiret edildi!” [Ebû Dâvud, Salât 184, (985); Nesâî, Sehv
57, (3, 52).]
اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِاللّهِ ا‘حَدِ الصَّمَدِ الذى لَمْ يَلِدْ
وَلَمْ يُولَدُ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفْواً أحَدٌ، أنْ تَغْفِرَ لِى
ذُنُوبِى إنَّكَ
أنْتَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ،
3-Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Bir adam şöyle dua etmişti:
“Ey Allah’ım , hamdlerim sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka
ilah yoktur, Sen semâvat ve arzın celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın,
Hayy ve Kayyûmsun (kâinatı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini
şefaatçi yaparak senden istiyorum!”(Bu duayı işiten) Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) sordu:”Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor,
biliyor musunuz?”"Allah ve Resûlü daha iyi bilir?”"Nefsimi kudret
elinde tutan Zât’a yemin ederim ki, o Allah’a, İsm-i Âzam’ı ile dua
etti. O İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla
istenirse verir.” [Tirmizî, Daavât 109 (3538); Ebû Dâvud, Salât 358,
(1495); Nesâî, Sehv 57, (3, 52).]
اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِأنَّ لَكَ الحَمْد، َ إلَهَ إَّ أنْتَ
المَنَّانُ، بَدِيعُ السَّموَاتِ وَا‘رْضِ ذُو
4-Esmâ Bintu Yezîd (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah’ın İsm-i Âzam’ı şu iki
âyettedir:1- “İlahınız, tek olan ilahdır, ondan başka ilah yoktur. O
Rahmân ve Rahîm’dir.” وَإلهُُكُمْ إلَهٌ وَاحِدٌ َ إلهَ إَّ هُوَ
الرَّحْمنُ الرَّحِيمُ
(Bakara 163).2- Âl-i İmrân sûresinin baş kısmı: Elif-Lâm-Mim. O Allah
ki, O’ndan başka ilah yoktur, O Hayy ve Kayyûmdur”
الم اللّهُ َ إلَهَ إَّ هُوَ الحَىُّ الْقَيُّومُ
(Âl-i İmrân 1-3). [Ebû Dâvud, Salât 358, (1496); Tirmizî Daavât 65,
(3472).]
5-Hz. bu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlulah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah’ın doksan dokuz ismi
vardır. Kim bunları ezberlerse cennete girer. Allah tektir, teki sever.”
Bir rivâyette: “Kim o isimleri sayarsa cennete girer” buyurmuştur.
[Buhârî, Daavât 68; Müslim, Zikr 5, (2677); Tirmizî, Daavât 87, (3502).]
“O Allah ki O’nda başka ilâh yoktur. Rahman’dır. Rahim’dir.
El-Meliku’l-Kuddûsu, es-Selâmu, el-Mü’minu, el-Müheyminu, el-Azîzu,
el-Cebbâru, el-Mütekebbiru, el-Hâliku, el-Bâriu, el-Musavviru,
el-Gaffâru, el-Kahhâru, el-Vehhâbu, er-Rezzâku, el-Fettâhu, el-Alîmu,
el-Kâbizu, el-Bâsitu, el-Hâfidu, er-Râfiu, el-Muizzu, el-Müzillu,
es-Semîu, el-Basîru, el-Hakemu, el-Adlu, el-Latîfu, el-Habîru,
el-Halîmu, el-Azîmu, el-Gafûru, eş-Şekûru, el-Aliyyu, el-Kebîru,
el-Hafîzu, el-Mukîtu, el-Hasîbu, el-Celîlu, el-Kerîmu, er-Rakîbu,
el-Mucîbu, el-Vâsiu, el-Hakîmu, el-Vedûdu, el-Mecîdu, el-Bâisu,
eş-Şehîdu, el-Hakku, el-Vekîlu, el-Kaviyyu, el-Metînu, el-Veliyyu,
el-Hamîdu, el-Muhsî, el-Mubdiu, el-Muîdu, el-Muhyi, el-Mümîtu, el-Hayyu,
el-Kayyûmu, el-Vâcidu, el-Mâcidu, el-Vâhidu, el-Ahadu, es-Samedu,
el-Kâdiru, el-Muktediru, el-Muahhiru, el-Evvelu, el-Âhiru, ez-Zâhiru,
el-Bâtinu, el-Vâli, el-Müte’âli, el-Berru, et-Tevvâbu, el-Müntekimu,
el-Afuvvu, er-Raûfu, Mâliku’l-Mülki, Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm, el-Muksitu,
el-Câmiu, el-Ganiyyu, el-Muğnî, el-Mâni’, ed-Dârru, en-Nâfiu, en-Nûru,
el-Hâdî, el-Bedîu, el-Bâki, el-Vârisu, er-Reşîdu, es-Sâbûru.”
]هُوَ اللّهُ الَّذِى َ إلَهَ إَّ هُوَ الرَّحْمنُ الرَّحِيمُ. المَلِكُ.
القُدُّوسُ. السََّمُ. المُؤمِنُ. المُهَيْمِنُ. الْعَزِيزُ. الجَبَّارُ.
المُتَكَبِّرُ. الخَالِقُ. البَارِئُ. المُصوِّرُ. الغَفَّارُ.
الْقَهَّارُ. الوَهَّابُ. الرَّزَّاقُ. الْفَتَّاحُ. الْعَلِيمُ.
القَابِضُ. الْبَاسِطُ. الخَافِضُ. الرَّافِعُ. المُعِزُّ. المُذِلُّ.
السَّمِيعُ. الْبَصِيرُ. الحَكَمُ. الْعَدْلُ. اللَّطِيفُ. الخَبِيرُ.
الحَلِيمُ. العَظِيمُ. الْغَفُورُ. الشَّكُورُ. الْعَلِىُّ. الْكَبِيرُ.
الحَفِيظُ. المُقيتُ. الحَسِيبُ. الجَلِيلُ. الكَرِيمُ. الرَّقيبُ.
المُجِيبُ. الْوَاسِعُ. الحَكِيمُ. الْوَدُودُ. المَجِيدُ. الْبَاعِثُ.
الشَّهِيدُ. الحَقُّ. الْوَكِيلُ. الْقَوِىُّ. المَتِينُ. الْوَلِىُّ.
الحَمِيدُ. المُحْصِى. المُبْدِئُ. المُعيدُ. المُحْيِى. المُمِيتُ.
الحَىُّ. القَيُّومُ. الوَاجِدُ. المَاجِدُ. الْوَاحِدُ. ا‘حَدُ.
الصَّمَدُ. الْقَادِرُ. المُقْتَدِرُ. المُقَدِّمُ. المُؤَخِّرُ. ا‘وَّلُ
خِرُ. الظَّاهِرُ. البَاطِنُ. الوَالِى. المُتَعَالِى. البَرُّ.
التَّوَّابُ. المُنْتَقِمُ. الْعَفُوُّ. الرَّءوُفُ. مَالِكُ المُلْكِ.
ذُو الجََلِ وَا“كْرَامِ: المُقْسِطُ. الجَامِعُ. الْغَنِىُّ. المُغْنِى.
المَانِعُ. الضَّارُّ. النَافِعُ. النُّورُ الهَادِى. الْبَدِيعُ
الْبَاقِى. الْوَارِثُ. الرَّشِيدُ. الصَّبُورُ
El-Kuddûs: Ayıplardan temiz demektir.
es-Selâm: Selâm sahibi, yani herçeşit ayıptan selâmette, her türlü
âfetten berî demektir.
el-Mü’min: Kullarına va’dinde sâdık olan demektir. Tasdîk mânasına olan
imandan gelir. Yahut, kıyamet günü kullarına, azabına karşı garanti
veren, güven veren demektir, bu mâna emân’dan gelir.
el-Muheymin: Şâhid olan (görüp gözeten) demektir. Emîn mânasına geldiği
de söylenmiştir. Aslı, müeymin’dir, ancak hemze, hâ’ya kalbolmuştur.
Keza er-Rakîb ve el-Hâfiz mânâsına geldiği de söylenmiştir.
el-Azîzu: Kahreden, galebe çalan demektir. “İzzet”, galebe, çalmak
mânasına gelir.
el-Cebbâr: Mahlukâtı mecbur eden; emir veya yasak her ne dilerse ona
zorlayan demektir. Bu kelimenin, bütün mahlukâtının fevkinde yücedir
mânasına geldiği de söylenmiştir.
el-Mütekebbir: Mahlukâta ait sıfatlardan yüce, uzak mânasına gelir.
Ayrıca: “Mahlukâtından büyüklük taslayarak kendisiyle azamet yarışına
kalkanlara büyüklüğünü gösteren ve onlara haddini bildiren mânasına
geldiği de söylenmiştir. Keza şu mânaya geldiği de belirtilmiştir:
“Mütekebbir” Allah’ın azametini ifâde eden kibriyâ kelimesinden gelir,
tezyîfî bir mâna taşıyan kibir kelimesinden gelmez.
el-Bâriu: Mahlukâtı, mevcut bir misâle bakmaksızın, yoktan, örneksiz
olarak yaratan mânasına gelir. Bu kelime, öncelikle hayvanlar için
kullanılır, diğer mahluklar için pek kullanılmaz. Hayvanlar dışındaki
mahlukât hakkında nâdiren kullanılır. Meselâ: Allah canlıları yoktan
yarattı demek için بَرَأَ اللّهُ تَعَالَى النَّسَمَةَ dediğimiz
halde, semâvat ve arz hakkında خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَاَْرْضَ deriz.
el-Musavvir: Mahlukâtı farklı sûretlerde yaratan” demektir. Tasvîr
lügat olarak hat ve şekil çizmek mânasına gelir.
el-Gaffâr: Kullarının günahlarını tekrar tekrar affeden, mânasına
gelir. Gafr kelimesi, aslında setr (örtmek) ve kapamak mânalarına gelir.
Allah Teâla kullarının günahlarını affedici, onlar için cezayı
terketmek sûretiyle (günahları) örtücüdür.
el-Fettâh: Kulları arasında hâkim demektir. Araplar, hâkim iki hasmın
(dâvalıdâvacı) arasındaki ihtilafı çözdüğü zaman: “Hâkim iki hasmın
arasını fethetti” derler. Hükmetti, çözüme kavuşturdu mânasında, hâkime
fâtih dendiği de olmuştur. Mamafih “Kullarına rızk ve rahmet
kapılarını açan”, rızıklarından kapanmış olanları açan mânasına da
gelir.
el-Kâbız: Kullarının rızkını lütfu ve hikmetiyle tutan mânasına gelir.
el-Bâsıt: Kullarına rızkı açıp cûd ve rahmetiyle genişleten demektir.
Böylece Cenâb-ı Hakk, hem ihsan sahibi, hem de onu men edici
olmaktadır.
el-Hâfid: Cebbarları ve firavunları alçaltan demektir. Yâni onları
horlar ve değersiz kılar demektir.er-Râfi’: Velîlerini, dostlarını
yüceltir. Azîz kılar demektir. Böylece Allah, hem zelîl hem de azîz
kılıcı olmaktadır.
el-Hakem: Hâkim demektir. Bu da hakikatı hükmetme yetkisi kendisine
verilen, ona gönderilen demek olur.
el-Adlu: Kendinde heva meyli olmayan, hükümde doğruluktan ayrılmayan
cevre yer vermeyen mânasına gelir. Aslında masdardır. Ancak âdil
makamında kullanılmıştır. Âdil’den daha beliğdir, çünkü müsemma, fiilin
kendisiyle isimlenmiştir.
el-Latîfu: Arzunu sana rıfkla ulaştıran demektir. “Mahiyeti, idrak
edilemeyecek kadar latîf” mânasına geldiği de söylenmiştir.
el-Habîru: Olanı ve olacağı bilen kimseye denir.
el-Gafûru: Bağışlamada mübalağa eden, çok bağışlayan
demektir.eş-Şekûru: Kullarını, sâlih fiilleri sebebiyle mükâfatlandıran
ve sevap veren demektir. Allah’ın kullarına şükrü, onlara mağfireti ve
ibâdetlerini kabul etmesidir.
el-Kebîru: Celâl (büyüklük) ve şânının yüceliği sıfatlarını taşıyan
kimsedir.
el-Mukîtu: Muktedir demektir. Ayrıca, mahlukâta gıdalarını veren
mânasına geldiği de söylenmiştir.
el-Hasîbu: el-Kâfi demektir. Muf’il mânasında fâildir, tıpkı mü’lim
mânasında elîm gibi, hasîb’in muhâsib mânasında kullanıldığı da
söylenmiştir.
er-Rakîbu: Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan hâfız (muhâfız)
demektir.
el-Mucîbu: Kullarının duasını kabul edip, icâbet eden zât demektir.
el-Vâsiu: Zenginliği, bütün fakrları bürüyen; rahmeti herşeyi kuşatan
demektir.
el-Vedûdu: el-Vedd (sevgi) kelimesinden mef’ûl mânasında feûl’dür.
Allah Teâlâ Mevdûd’dur. Çok sevilir. Yani velîlerinin kalbinde
sevgilidir. Veya fâil mânasında feûldür. Yani Allah Teâla sâlih
kullarını sever, bu da “onlardan razı olur” demektir.
el-Mecîdu: Keremi geniş olan demektir. Şerif mânasını taşıdığı da
söylenmiştir.
el-Bâisu: Mahlukâtı, ölümden sonra kıyamet günü yeniden diriltir
demektir.
eş-Şehîdu: Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan kimse demektir. Şâhid ve
şehîd aynı mânada kullanılır, tıpkı âlim ve alîm kelimeleri gibi. Mâna
şöyledir: Allah, (her yerde) hâzırdır. Eşyayı müşahede edip her an
görür.
el-Hakku: Varlığı ve vücudu gerçek olan demektir.
el-Vekîlu: Kulların rızıklarına kefil demektir. Hakikat şudur:
Kendisine tevkîl edilmiş olanı işinde müstakil söz sâhibi olmaktır. Bu
hususta şu âyet hatırlanabilir: “(Dediler ki) Allah bize yeter, O ne
güzel vekildir” (Âl-i İmrân 173).
el-Kaviyyu: el-Kâdir (güçlü) demektir. Ayrıca: “Kudreti ve kuvveti tam,
O’nu hiçbir şey âciz kılamaz” mânasına da gelir.
el-Metînu: Şedîd ve kavî olup, hiçbir fiilinde meşakkatle karşılaşmayan
demektir.
el-Veliyyu: Nâsır (yardımcı) demektir. Ayrıca: “İşlerin kendisiyle
yürüdüğü mütevelli, yetimin velîsi gibi” diye de açıklanmıştır.
el-Hamîdu: Fiiliyle hamde hak kazanan mahmûd kimsedir. Bu kelime mef’ûl
mânasında fâildir.
el-Muhsî: İlmiyle herşeyi sayan, nazarından büyük veya küçük hiçbir şey
kaçmayan kimse demektir.
el-Mübdiu: Eşyayı yoktan ilk defa var eden, yaratan demektir.
el-Muîdu: Mahlukâtı hayattan sonra tekrar ölüme, öldükten sonra da
tekrar hayata iâde eden kimse demektir.
el-Vâcidu: Fakirliğe düşmeyen zengin demektir. Bu kelime, gına demek
olan cide kökünden gelir.
el-Vâhidu: Tek başına devam eden, yanında bir başkası olmayan ferd’dir.
Ayrıca, şerîk ve arkadaşı olmayan kimse mânası da mevcuttur.
El-Ahadu: Ferd demektir. Ahad ile vâhid arasındaki farka gelince, ahad,
kendisiyle bir başka adedin zikredilmesini men edecek bir yapıya
sâhiptir. Kelime hem müzekker, hem de müennestir. “Bana kimse (ahad)
gelmedi derken, gelmeyen hem erkektir, hem de kadındır.” Vâhid’e gelince
bu sayıların ilki olarak vazedilmiştir: “Bana halktan biri (vahid)
geldi” denir ama, “Bana haktan kimse (ahad) geldi” denmez. Vâhid, emsâl
ve nazîri kabûl etmeyen bir mâna üzere bina edilmiştir. Ahad ise ifrad
ve arkadaşlardan yalnızlık üzere bina edilmiştir. Öyle ise, vâhid, zât
itibariyle münferiddir, ahad ise mâna itibariyle münferiddir.
es-Samedu: İhtiyaçlarını te’min etmek üzere, halkın kendisine
başvurduğu efendidir. Yani halkın kendisine yöneldiği kimsedir.
el-Muktediru: Kudret kökünden müfteil babındandır. Kâdir’den daha öte
bir güçlülük ifâde eder.
el-Mukaddimu: Eşyayı takdim edip, yerli yerine koyan demektir.
el-Muahhiru: Eşyayı yerlerine te’hir eden demektir. Kim takdime hak
kazanırsa ona takdîm eder, kim de te’hîre hak kazanırsa ona da te’hîr
eder.
el-Evvelu: Bütün eşyadan önce var olan demektir.el-Âhiru: Bütün eşyadan
sonra bâkî kalacak olan demektir.
ez-Zâhiru: Herşeyin üstünde zâhir olan ve onların üstüne çıkan şey
demektir.
el-Bâtınu: Mahlukâtın nazarlarından gizlenen demektir.
el-Vâlî: Eşyanın mâliki ve onlarda tasarruf eden demektir.
el-Müteâli: Mahlukâtın sıfatlarından münezzeh olan, bu sıfatların
biriyle muttasıf olmaktan yüce ve âlî olan.
el-Berru: Katından gelen bir iyilik ve lütufla, kullarına karşı
merhametli, şefkatli demektir.
el-Müntakimu: Dilediğine ceza vermede şiddetli davranan demektir.
Nekame kökünden müfteil babında bir kelimedir. Nekame, hoşnudsuzluğun
öfke ve nefret derecesine ulaşmasıdır.
el-Afuvvu: Afv’dan feûl babında bir kelimedir. Bu bâb mübalağa ifâde
eder. Öyle ise mâna: “Günahları çokça bağışlayan” demek olur.
er-Raûfu: Katından gelen bir re’fetle (şefkatle) kullarına merhametli
ve şefkatli olan demektir. Re’fetle rahmet arasındaki farka gelince;
rahmet bazan maslahat gereği istemeyerek de olabilir. Re’fet isteksiz
olmaz, isteyerek olur.
Zü’l-Celâl: Celâl, celîl’in masdarıdır. Celâl, celâlet, nihâyet
derecede büyüklük, azamet demektir. Zü’l-Celâl büyüklük sahibi olan
mânasına gelir.
el-Muksidu: Hükmünde âdil, demektir. Ef’al babında adaletli oldu
mânasına olan bu kelime, sülâsî aslında zulmetti mânasına gelir. Nitekim
kasıt; cevreden, zâlim demektir.
el-Câmiu: Kıyamet günü mahlukâtı toplayan demektir.
el-Mâniu: Dostlarını, başkalarının eziyetinden koruyan yardımcı
demektir.
en-Nûru: Körlüğü olanları nuruyla görür kılan, dalâlette olanları da
hidâyetiyle irşâd eden demektir.
el-Vârisu: Mahlukâtın yok olmasından sonra da bâki kalan demektir.
er-Reşîdu: Mahlukâta maslahatların gösteren demektir.
es-Sabûru: Âsîlerden intikam almada acele etmeyen, cezalandırmayı belli
bir müddet te’hîr eden demektir. Allah’ın sıfatı olarak sabûr’un
mânası halîm’in mânasına yakındır. Ancak ikisi arasında şöyle bir fark
vardır: Sabûr sıfatında cezanın mutlaka olacağını beklemeyebilirler.
Ancak halîm sıfatıyla Allah’ın cezasına kesin nazarıyla bakarlar.
Allah inkarcıların söylediklerinden münezzeh ve mukaddestir, uludur,
yücedir.
1-Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm), bir adamın şöyle söylediğini işitti: “Allah’ım, şehâdet
ettiğim şu hususlar sebebiyle senden talep ediyorum: Sen, kendisinden
başka ilah olmayan Allah’sın, birsin, samedsin (hiçbir şeye ihtiyacın
yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın, doğmadın, bir eşin ve benzerin
yoktur.”Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular:”Nefsimi kudret elinde tutan Zât’a yemin olsun, bu kimse,
Allah’tan İsm-i Âzamı adına talepte bulundu. Şunu bilin ki, kim İsm-i
Âzamla dua ederse Allah ona icâbet eder, kim onunla talepde bulunursa
(Allah ona dilediğini mutlaka) verir.” [Tirmizî, Daavât 65, (3471); Ebû
Dâvud, Salât 358, (1493).]
اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِأنِّى أشْهَدُ أنَّكَ: أنْتَ اللّهُ َ إلَهَ
إَّ أنْتَ ا‘حَدُ الصَّمَدُ الذى لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ
يَكُنْ لَهُ كُفْواً
أحَدٌ
2-Mihcen İbnu’l-Edra’ (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bir adamın: “Ey Allah’ım, bir ve samed olan,
doğurmayan ve doğurulmayan, eşi ve benzeri de olmayan Allah adıyla
senden istiyorum. Günahlarımı mağfiret et, sen Gafûrsun, Râhimsin!”
dediğini işitmişti, hemen şunu söyledi:”O mağfiret edildi. O mağfiret
edildi. O mağfiret edildi!” [Ebû Dâvud, Salât 184, (985); Nesâî, Sehv
57, (3, 52).]
اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِاللّهِ ا‘حَدِ الصَّمَدِ الذى لَمْ يَلِدْ
وَلَمْ يُولَدُ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفْواً أحَدٌ، أنْ تَغْفِرَ لِى
ذُنُوبِى إنَّكَ
أنْتَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ،
3-Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Bir adam şöyle dua etmişti:
“Ey Allah’ım , hamdlerim sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka
ilah yoktur, Sen semâvat ve arzın celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın,
Hayy ve Kayyûmsun (kâinatı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini
şefaatçi yaparak senden istiyorum!”(Bu duayı işiten) Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) sordu:”Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor,
biliyor musunuz?”"Allah ve Resûlü daha iyi bilir?”"Nefsimi kudret
elinde tutan Zât’a yemin ederim ki, o Allah’a, İsm-i Âzam’ı ile dua
etti. O İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla
istenirse verir.” [Tirmizî, Daavât 109 (3538); Ebû Dâvud, Salât 358,
(1495); Nesâî, Sehv 57, (3, 52).]
اللَّهُمَّ إنِّى أسْألُكَ بِأنَّ لَكَ الحَمْد، َ إلَهَ إَّ أنْتَ
المَنَّانُ، بَدِيعُ السَّموَاتِ وَا‘رْضِ ذُو
4-Esmâ Bintu Yezîd (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah’ın İsm-i Âzam’ı şu iki
âyettedir:1- “İlahınız, tek olan ilahdır, ondan başka ilah yoktur. O
Rahmân ve Rahîm’dir.” وَإلهُُكُمْ إلَهٌ وَاحِدٌ َ إلهَ إَّ هُوَ
الرَّحْمنُ الرَّحِيمُ
(Bakara 163).2- Âl-i İmrân sûresinin baş kısmı: Elif-Lâm-Mim. O Allah
ki, O’ndan başka ilah yoktur, O Hayy ve Kayyûmdur”
الم اللّهُ َ إلَهَ إَّ هُوَ الحَىُّ الْقَيُّومُ
(Âl-i İmrân 1-3). [Ebû Dâvud, Salât 358, (1496); Tirmizî Daavât 65,
(3472).]
5-Hz. bu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlulah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah’ın doksan dokuz ismi
vardır. Kim bunları ezberlerse cennete girer. Allah tektir, teki sever.”
Bir rivâyette: “Kim o isimleri sayarsa cennete girer” buyurmuştur.
[Buhârî, Daavât 68; Müslim, Zikr 5, (2677); Tirmizî, Daavât 87, (3502).]
“O Allah ki O’nda başka ilâh yoktur. Rahman’dır. Rahim’dir.
El-Meliku’l-Kuddûsu, es-Selâmu, el-Mü’minu, el-Müheyminu, el-Azîzu,
el-Cebbâru, el-Mütekebbiru, el-Hâliku, el-Bâriu, el-Musavviru,
el-Gaffâru, el-Kahhâru, el-Vehhâbu, er-Rezzâku, el-Fettâhu, el-Alîmu,
el-Kâbizu, el-Bâsitu, el-Hâfidu, er-Râfiu, el-Muizzu, el-Müzillu,
es-Semîu, el-Basîru, el-Hakemu, el-Adlu, el-Latîfu, el-Habîru,
el-Halîmu, el-Azîmu, el-Gafûru, eş-Şekûru, el-Aliyyu, el-Kebîru,
el-Hafîzu, el-Mukîtu, el-Hasîbu, el-Celîlu, el-Kerîmu, er-Rakîbu,
el-Mucîbu, el-Vâsiu, el-Hakîmu, el-Vedûdu, el-Mecîdu, el-Bâisu,
eş-Şehîdu, el-Hakku, el-Vekîlu, el-Kaviyyu, el-Metînu, el-Veliyyu,
el-Hamîdu, el-Muhsî, el-Mubdiu, el-Muîdu, el-Muhyi, el-Mümîtu, el-Hayyu,
el-Kayyûmu, el-Vâcidu, el-Mâcidu, el-Vâhidu, el-Ahadu, es-Samedu,
el-Kâdiru, el-Muktediru, el-Muahhiru, el-Evvelu, el-Âhiru, ez-Zâhiru,
el-Bâtinu, el-Vâli, el-Müte’âli, el-Berru, et-Tevvâbu, el-Müntekimu,
el-Afuvvu, er-Raûfu, Mâliku’l-Mülki, Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm, el-Muksitu,
el-Câmiu, el-Ganiyyu, el-Muğnî, el-Mâni’, ed-Dârru, en-Nâfiu, en-Nûru,
el-Hâdî, el-Bedîu, el-Bâki, el-Vârisu, er-Reşîdu, es-Sâbûru.”
]هُوَ اللّهُ الَّذِى َ إلَهَ إَّ هُوَ الرَّحْمنُ الرَّحِيمُ. المَلِكُ.
القُدُّوسُ. السََّمُ. المُؤمِنُ. المُهَيْمِنُ. الْعَزِيزُ. الجَبَّارُ.
المُتَكَبِّرُ. الخَالِقُ. البَارِئُ. المُصوِّرُ. الغَفَّارُ.
الْقَهَّارُ. الوَهَّابُ. الرَّزَّاقُ. الْفَتَّاحُ. الْعَلِيمُ.
القَابِضُ. الْبَاسِطُ. الخَافِضُ. الرَّافِعُ. المُعِزُّ. المُذِلُّ.
السَّمِيعُ. الْبَصِيرُ. الحَكَمُ. الْعَدْلُ. اللَّطِيفُ. الخَبِيرُ.
الحَلِيمُ. العَظِيمُ. الْغَفُورُ. الشَّكُورُ. الْعَلِىُّ. الْكَبِيرُ.
الحَفِيظُ. المُقيتُ. الحَسِيبُ. الجَلِيلُ. الكَرِيمُ. الرَّقيبُ.
المُجِيبُ. الْوَاسِعُ. الحَكِيمُ. الْوَدُودُ. المَجِيدُ. الْبَاعِثُ.
الشَّهِيدُ. الحَقُّ. الْوَكِيلُ. الْقَوِىُّ. المَتِينُ. الْوَلِىُّ.
الحَمِيدُ. المُحْصِى. المُبْدِئُ. المُعيدُ. المُحْيِى. المُمِيتُ.
الحَىُّ. القَيُّومُ. الوَاجِدُ. المَاجِدُ. الْوَاحِدُ. ا‘حَدُ.
الصَّمَدُ. الْقَادِرُ. المُقْتَدِرُ. المُقَدِّمُ. المُؤَخِّرُ. ا‘وَّلُ
خِرُ. الظَّاهِرُ. البَاطِنُ. الوَالِى. المُتَعَالِى. البَرُّ.
التَّوَّابُ. المُنْتَقِمُ. الْعَفُوُّ. الرَّءوُفُ. مَالِكُ المُلْكِ.
ذُو الجََلِ وَا“كْرَامِ: المُقْسِطُ. الجَامِعُ. الْغَنِىُّ. المُغْنِى.
المَانِعُ. الضَّارُّ. النَافِعُ. النُّورُ الهَادِى. الْبَدِيعُ
الْبَاقِى. الْوَارِثُ. الرَّشِيدُ. الصَّبُورُ
El-Kuddûs: Ayıplardan temiz demektir.
es-Selâm: Selâm sahibi, yani herçeşit ayıptan selâmette, her türlü
âfetten berî demektir.
el-Mü’min: Kullarına va’dinde sâdık olan demektir. Tasdîk mânasına olan
imandan gelir. Yahut, kıyamet günü kullarına, azabına karşı garanti
veren, güven veren demektir, bu mâna emân’dan gelir.
el-Muheymin: Şâhid olan (görüp gözeten) demektir. Emîn mânasına geldiği
de söylenmiştir. Aslı, müeymin’dir, ancak hemze, hâ’ya kalbolmuştur.
Keza er-Rakîb ve el-Hâfiz mânâsına geldiği de söylenmiştir.
el-Azîzu: Kahreden, galebe çalan demektir. “İzzet”, galebe, çalmak
mânasına gelir.
el-Cebbâr: Mahlukâtı mecbur eden; emir veya yasak her ne dilerse ona
zorlayan demektir. Bu kelimenin, bütün mahlukâtının fevkinde yücedir
mânasına geldiği de söylenmiştir.
el-Mütekebbir: Mahlukâta ait sıfatlardan yüce, uzak mânasına gelir.
Ayrıca: “Mahlukâtından büyüklük taslayarak kendisiyle azamet yarışına
kalkanlara büyüklüğünü gösteren ve onlara haddini bildiren mânasına
geldiği de söylenmiştir. Keza şu mânaya geldiği de belirtilmiştir:
“Mütekebbir” Allah’ın azametini ifâde eden kibriyâ kelimesinden gelir,
tezyîfî bir mâna taşıyan kibir kelimesinden gelmez.
el-Bâriu: Mahlukâtı, mevcut bir misâle bakmaksızın, yoktan, örneksiz
olarak yaratan mânasına gelir. Bu kelime, öncelikle hayvanlar için
kullanılır, diğer mahluklar için pek kullanılmaz. Hayvanlar dışındaki
mahlukât hakkında nâdiren kullanılır. Meselâ: Allah canlıları yoktan
yarattı demek için بَرَأَ اللّهُ تَعَالَى النَّسَمَةَ dediğimiz
halde, semâvat ve arz hakkında خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَاَْرْضَ deriz.
el-Musavvir: Mahlukâtı farklı sûretlerde yaratan” demektir. Tasvîr
lügat olarak hat ve şekil çizmek mânasına gelir.
el-Gaffâr: Kullarının günahlarını tekrar tekrar affeden, mânasına
gelir. Gafr kelimesi, aslında setr (örtmek) ve kapamak mânalarına gelir.
Allah Teâla kullarının günahlarını affedici, onlar için cezayı
terketmek sûretiyle (günahları) örtücüdür.
el-Fettâh: Kulları arasında hâkim demektir. Araplar, hâkim iki hasmın
(dâvalıdâvacı) arasındaki ihtilafı çözdüğü zaman: “Hâkim iki hasmın
arasını fethetti” derler. Hükmetti, çözüme kavuşturdu mânasında, hâkime
fâtih dendiği de olmuştur. Mamafih “Kullarına rızk ve rahmet
kapılarını açan”, rızıklarından kapanmış olanları açan mânasına da
gelir.
el-Kâbız: Kullarının rızkını lütfu ve hikmetiyle tutan mânasına gelir.
el-Bâsıt: Kullarına rızkı açıp cûd ve rahmetiyle genişleten demektir.
Böylece Cenâb-ı Hakk, hem ihsan sahibi, hem de onu men edici
olmaktadır.
el-Hâfid: Cebbarları ve firavunları alçaltan demektir. Yâni onları
horlar ve değersiz kılar demektir.er-Râfi’: Velîlerini, dostlarını
yüceltir. Azîz kılar demektir. Böylece Allah, hem zelîl hem de azîz
kılıcı olmaktadır.
el-Hakem: Hâkim demektir. Bu da hakikatı hükmetme yetkisi kendisine
verilen, ona gönderilen demek olur.
el-Adlu: Kendinde heva meyli olmayan, hükümde doğruluktan ayrılmayan
cevre yer vermeyen mânasına gelir. Aslında masdardır. Ancak âdil
makamında kullanılmıştır. Âdil’den daha beliğdir, çünkü müsemma, fiilin
kendisiyle isimlenmiştir.
el-Latîfu: Arzunu sana rıfkla ulaştıran demektir. “Mahiyeti, idrak
edilemeyecek kadar latîf” mânasına geldiği de söylenmiştir.
el-Habîru: Olanı ve olacağı bilen kimseye denir.
el-Gafûru: Bağışlamada mübalağa eden, çok bağışlayan
demektir.eş-Şekûru: Kullarını, sâlih fiilleri sebebiyle mükâfatlandıran
ve sevap veren demektir. Allah’ın kullarına şükrü, onlara mağfireti ve
ibâdetlerini kabul etmesidir.
el-Kebîru: Celâl (büyüklük) ve şânının yüceliği sıfatlarını taşıyan
kimsedir.
el-Mukîtu: Muktedir demektir. Ayrıca, mahlukâta gıdalarını veren
mânasına geldiği de söylenmiştir.
el-Hasîbu: el-Kâfi demektir. Muf’il mânasında fâildir, tıpkı mü’lim
mânasında elîm gibi, hasîb’in muhâsib mânasında kullanıldığı da
söylenmiştir.
er-Rakîbu: Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan hâfız (muhâfız)
demektir.
el-Mucîbu: Kullarının duasını kabul edip, icâbet eden zât demektir.
el-Vâsiu: Zenginliği, bütün fakrları bürüyen; rahmeti herşeyi kuşatan
demektir.
el-Vedûdu: el-Vedd (sevgi) kelimesinden mef’ûl mânasında feûl’dür.
Allah Teâlâ Mevdûd’dur. Çok sevilir. Yani velîlerinin kalbinde
sevgilidir. Veya fâil mânasında feûldür. Yani Allah Teâla sâlih
kullarını sever, bu da “onlardan razı olur” demektir.
el-Mecîdu: Keremi geniş olan demektir. Şerif mânasını taşıdığı da
söylenmiştir.
el-Bâisu: Mahlukâtı, ölümden sonra kıyamet günü yeniden diriltir
demektir.
eş-Şehîdu: Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan kimse demektir. Şâhid ve
şehîd aynı mânada kullanılır, tıpkı âlim ve alîm kelimeleri gibi. Mâna
şöyledir: Allah, (her yerde) hâzırdır. Eşyayı müşahede edip her an
görür.
el-Hakku: Varlığı ve vücudu gerçek olan demektir.
el-Vekîlu: Kulların rızıklarına kefil demektir. Hakikat şudur:
Kendisine tevkîl edilmiş olanı işinde müstakil söz sâhibi olmaktır. Bu
hususta şu âyet hatırlanabilir: “(Dediler ki) Allah bize yeter, O ne
güzel vekildir” (Âl-i İmrân 173).
el-Kaviyyu: el-Kâdir (güçlü) demektir. Ayrıca: “Kudreti ve kuvveti tam,
O’nu hiçbir şey âciz kılamaz” mânasına da gelir.
el-Metînu: Şedîd ve kavî olup, hiçbir fiilinde meşakkatle karşılaşmayan
demektir.
el-Veliyyu: Nâsır (yardımcı) demektir. Ayrıca: “İşlerin kendisiyle
yürüdüğü mütevelli, yetimin velîsi gibi” diye de açıklanmıştır.
el-Hamîdu: Fiiliyle hamde hak kazanan mahmûd kimsedir. Bu kelime mef’ûl
mânasında fâildir.
el-Muhsî: İlmiyle herşeyi sayan, nazarından büyük veya küçük hiçbir şey
kaçmayan kimse demektir.
el-Mübdiu: Eşyayı yoktan ilk defa var eden, yaratan demektir.
el-Muîdu: Mahlukâtı hayattan sonra tekrar ölüme, öldükten sonra da
tekrar hayata iâde eden kimse demektir.
el-Vâcidu: Fakirliğe düşmeyen zengin demektir. Bu kelime, gına demek
olan cide kökünden gelir.
el-Vâhidu: Tek başına devam eden, yanında bir başkası olmayan ferd’dir.
Ayrıca, şerîk ve arkadaşı olmayan kimse mânası da mevcuttur.
El-Ahadu: Ferd demektir. Ahad ile vâhid arasındaki farka gelince, ahad,
kendisiyle bir başka adedin zikredilmesini men edecek bir yapıya
sâhiptir. Kelime hem müzekker, hem de müennestir. “Bana kimse (ahad)
gelmedi derken, gelmeyen hem erkektir, hem de kadındır.” Vâhid’e gelince
bu sayıların ilki olarak vazedilmiştir: “Bana halktan biri (vahid)
geldi” denir ama, “Bana haktan kimse (ahad) geldi” denmez. Vâhid, emsâl
ve nazîri kabûl etmeyen bir mâna üzere bina edilmiştir. Ahad ise ifrad
ve arkadaşlardan yalnızlık üzere bina edilmiştir. Öyle ise, vâhid, zât
itibariyle münferiddir, ahad ise mâna itibariyle münferiddir.
es-Samedu: İhtiyaçlarını te’min etmek üzere, halkın kendisine
başvurduğu efendidir. Yani halkın kendisine yöneldiği kimsedir.
el-Muktediru: Kudret kökünden müfteil babındandır. Kâdir’den daha öte
bir güçlülük ifâde eder.
el-Mukaddimu: Eşyayı takdim edip, yerli yerine koyan demektir.
el-Muahhiru: Eşyayı yerlerine te’hir eden demektir. Kim takdime hak
kazanırsa ona takdîm eder, kim de te’hîre hak kazanırsa ona da te’hîr
eder.
el-Evvelu: Bütün eşyadan önce var olan demektir.el-Âhiru: Bütün eşyadan
sonra bâkî kalacak olan demektir.
ez-Zâhiru: Herşeyin üstünde zâhir olan ve onların üstüne çıkan şey
demektir.
el-Bâtınu: Mahlukâtın nazarlarından gizlenen demektir.
el-Vâlî: Eşyanın mâliki ve onlarda tasarruf eden demektir.
el-Müteâli: Mahlukâtın sıfatlarından münezzeh olan, bu sıfatların
biriyle muttasıf olmaktan yüce ve âlî olan.
el-Berru: Katından gelen bir iyilik ve lütufla, kullarına karşı
merhametli, şefkatli demektir.
el-Müntakimu: Dilediğine ceza vermede şiddetli davranan demektir.
Nekame kökünden müfteil babında bir kelimedir. Nekame, hoşnudsuzluğun
öfke ve nefret derecesine ulaşmasıdır.
el-Afuvvu: Afv’dan feûl babında bir kelimedir. Bu bâb mübalağa ifâde
eder. Öyle ise mâna: “Günahları çokça bağışlayan” demek olur.
er-Raûfu: Katından gelen bir re’fetle (şefkatle) kullarına merhametli
ve şefkatli olan demektir. Re’fetle rahmet arasındaki farka gelince;
rahmet bazan maslahat gereği istemeyerek de olabilir. Re’fet isteksiz
olmaz, isteyerek olur.
Zü’l-Celâl: Celâl, celîl’in masdarıdır. Celâl, celâlet, nihâyet
derecede büyüklük, azamet demektir. Zü’l-Celâl büyüklük sahibi olan
mânasına gelir.
el-Muksidu: Hükmünde âdil, demektir. Ef’al babında adaletli oldu
mânasına olan bu kelime, sülâsî aslında zulmetti mânasına gelir. Nitekim
kasıt; cevreden, zâlim demektir.
el-Câmiu: Kıyamet günü mahlukâtı toplayan demektir.
el-Mâniu: Dostlarını, başkalarının eziyetinden koruyan yardımcı
demektir.
en-Nûru: Körlüğü olanları nuruyla görür kılan, dalâlette olanları da
hidâyetiyle irşâd eden demektir.
el-Vârisu: Mahlukâtın yok olmasından sonra da bâki kalan demektir.
er-Reşîdu: Mahlukâta maslahatların gösteren demektir.
es-Sabûru: Âsîlerden intikam almada acele etmeyen, cezalandırmayı belli
bir müddet te’hîr eden demektir. Allah’ın sıfatı olarak sabûr’un
mânası halîm’in mânasına yakındır. Ancak ikisi arasında şöyle bir fark
vardır: Sabûr sıfatında cezanın mutlaka olacağını beklemeyebilirler.
Ancak halîm sıfatıyla Allah’ın cezasına kesin nazarıyla bakarlar.
Allah inkarcıların söylediklerinden münezzeh ve mukaddestir, uludur,
yücedir.