Hatırlanırsa, Musa,Rabbinin yanından
İsrailoğullarının arasına dönünce ,elinde tuttuğu Yasanın yazılı olduğu
levhaları kızgınlıkla yere atıp kırmıştı.Çünkü halkını altından yapılmış
buzağıya taparken bulmuştu. Dini Allaha halis kılmadıkça da o
levhaları yeniden eline almamıştı.Vicdanlar arınmadan , davranışların
arınmayacağını biliyordu çünkü.
Ne garip şimdi , Yasanın yazılı olduğu o levhalar , artık altın
buzağıya tapanların elinde .İki elleri dolu, birinde din , diğerinde
altın !
Mağara çocukları zahirden batına çekilmesinler de ne yapsınlar
?Dıştan içe , kabuktan öze , şehirden dağlara..
Yine meyhanelerde mi arınacağız ? Puthanelerde mi Hakkı zikredeceiz
?Hikmeti yine ateşgedelerin elinden mi alacağız ? O mağara çocukları
gibi , o yedi uyuyanlar gibi felahı yine mahallenin dışına çıkmakta mı
bulacağız?
Cübbeleriyle sakallarını medreseli, kravatlarıyla parlatılmış matruş
yüzlerini ise mektepli dincilere terkedip asırlar önce yaptığımız gibi
yine elllerinde gitarla ağlayan kulağı küpeli gençlerin yanına mı
çökeceğiz ?
Çökeceğiz tabii ! Hem de hiç vakit kaybetmeden ara sokaklara
kaçacağız , yine gidip mağaralarımızda üçyüz yıl uyuyacağız.
Lakin "uyurduk uyardılar bizi , diriye saydılar bizi" diyeceğimiz
ana kadar şehre dönmeyeceğiz !
Ufka dikin gözlerinizi , bakın , ustamız Hızır bizi bekliyor , iki
denizin birleştiği yerde.. günahların tam da ortasında..
O halde, Yusuf gibi, dünyaya sırt çevirelim de varsın gömleğimiz
arkadan yırtılsın !
Kıyamet günü Münkerle Nekire gösteririz ,"tek hayırlı amelimiz bu
!" deriz ;
"Biz dünyayı değil, sadece onu sevdik !
Sakın zahire bakıp aldanmayın, yüzümüzün karalığı sevgiliye
ihanetten değil , balçık deryası içindeki hayaline bir ömür boyu secde
etmekten.."
Ölümün Dört Rengi- Dücane Cündioğlu shf-125-126