Biliyorum, hiç beklemiyordun bu daveti. Birden geliverdi değil mi?
Ansızın
vurdu şakağına; saçaktan düşen buzdan kılıçlar gibi.
Şaşırdın.
Huzurunun göbeğine irice bir taş savruldu; halka halka
titremede
gönlünün düştüğü göl şimdi. Neşesi kaçtı vaktin;
sevinçlerini pervane
ettiğin mumlar titredi, bitti. Akrep ve
yelkovanın ayakları dolandı;
beklediğin "az sonra"lar havada
asılı kaldı. Hüznün ölü kelebekleri
kıpırdadı, sızılandı.
Aşinâlığın tadı bozuldu; acının ketum, kekre
sütunları
devrildi göğsüne. Başını yasladığın uzun saatler, uzanıp
uyuduğun
bitmez günler vaadlerini yerine getiremeyeceklerini
söylediler;
yüzleri yerde, mahçup. Oyala(n)dığın ağaç
gölgeleri çekildi
üzerinden. Avunduğun/avuttuğun haz perdeleri
parelendi. Gözlerini
ıslatamadan giden yağmurlar elindeki şemsiyeyi
uçurdu. Konforunu
bozmamak için parmak uçlarına basa basa odana
giren, kalbini
kanatmadan usulca gidiveren uzak acılar yakana dolandı
şimdi. "Daha
dün konuşmuştuk ama..." diyorsun. "Ama nasıl
olur!"lar çekip
çekiştiriyor iki yakanı. "Hiç beklenmedik bir
ölüm!" "Vakitsiz"
"Erken!" "Sürpriz!"
İşine ara vereceksin bugün... Kocaman bir
pürüz olup çıkıverdim
karşına. Hızını kestim hayatının. Üzerine
saldım
kaygılarını. Köşe bucak kaçtığın korkulara sobelettim seni.
Ölümle
arana koyduğun duvarı yıktım. "Ölüm bize de
yaklaşırmış/yakışırmış"
dedin. "Ölmesi kanıksanmış,
ölünesi bir yaştayız artık."
"Rahmetli..." sıfatını
ismimin üzerine yumuşak bir şal gibi
atıvereceksin.
İki yakasında da eksiğim İstanbul'un. Vapurların
hiçbiri
beklemiyor beni iskelede. Ben öldüm diye şeritleri eksilmedi
otoyolların.
Hayret!
Ben öldüm bu defa... Şimdiye kadar hep başkalarıydı
ölen. Gitsen de
bir gitmesen de bir, bir cenaze olacak cami
avlularından birinde...
Seni
bilmem ama ben bu cenazeye mutlaka gitmeliyim. Ayıp olur, çok ayıp...
Davetlilerin
yüzüne bakamam sonra. Dediği gibi şairin, bir musallâlık
saltanatım
bu benim. Başroldeyim.
Toprağa konulacak adam rolü benim. Ardından
ağlanılacak adamı ben
oynayacağım. Hiç itirazsız karanlığa uzanmak
bana düştü bu
defa. Üzerine toprak atılan adamı... Unutulmuşluklar
altında
yüzü erimeye bırakılan adamı... Hüzünlerin münasebetsiz
müsebbibi
olacak adamı... Ayakkabısı kendisini beklerken bağları
çözülecek
adamı.... Elbiseleri evden çıkarılacak adamı... Ben
oynayacağım.
Yatağı
soğuk kalacak adamı... Akşam eve dönmeyecek adamı...
Kapıyı çalması
beklenmeyecek adamı... Sofrada yeri olmayacak
adamı... Adı telefon
rehberinden silinecek adamı... Şehrin
dudaklarından yarım ağız çıkmış
bir hece gibi önemsizleşecek
adamı.... Ben oynayacağım. Sevinçlerin
ortasına en fazla bir
hıçkırık gibi sokulsa bile hatıraların
eşiğinden yüz geri
edilecek adamı... Resmine bakıp bakıp da ağlanacak
(yoksa
ağlanılmayacak mı?) adamı... "Adı neydi... Hani..!" diye
yokluğu
kanıksanacak adamı... Soluk bir resimde mahzun bir
tebessümün
ardında aşklarını saklayan, susturan adamı... Ben
oynuyorum bugün...
Sahnedeyim.
Beklerim.
En öndeki olmalısın ayakta duranların. En
dik duranı.
İşte davetiyen:
Canını çok seven, her günün sabahında
burada sonsuzca
yaşayacağına yeniden kanan, her lezzetin tükenişinde
ölümün
yanına uğradığını unutan, her hazzın zirvesinde yakasındaki
ölümlü
etiketini isteyerek düşüren, her yaz sıcağında içi
dünyaya iyiden
iyiye ısınan, doğduğu yılın rakamının
büyüklüğünün kendisini kabirden
uzak tuttuğunu sanarak avunan,
kalbinin her atışında ölümlerden
döndüğünün farkında
olmayan, damarlarının bir köşesinde ansızın
geliverecek
pıhtılardan yapılmış veda haberleri saklayan,
ayrılıkların
çatlaklarından giren hüzünleri ölümün nefesi gibi
yudumlayan,
sevenlerinin gözlerinin ışığına sığınarak ısınan,
unutulmayı,
yok sayılmayı en ürkütücü uçurum bilen,
güzelliğini aynaların
kırıklarında arayan, toprağa girmeye
üşenen, uzun süredir aramızda
yaşayan dostumuz, arkadaşımız,
sırdaşımız, kardeşimiz, babamız,
evladımız, şimdilik
unutmayacağımızı umduğumuz, bir süre unutmaktan
utanacağımız,
sonra unutacağımız, en sonunda unuttuğumuzu da
unutacağımız
BU FANİ
doğduğu gün yakalandığı fanilik
hastalığından, uzun süredir
yatalak olmasına yol açan "her nefis
ölümü tadacaktır!"
yarasından, ömür boyu sancısını çektiği amansız
yaşama
rahatsızlığından kurtulup aramızdan ayrıl[maya ayarlan]mıştır.
Cenazesi
-umulur ki- en uzak zamanda, sızılarının köşe
başlarında kılınan
cenaze namazını takiben kaldırılacak,
gözünden (belki gönlünden) uzak
bir yerde unutuluş toprağına
gömülecektir.
Es-selamun
aleykum...
Fani dostunuz...
alıntı
Ansızın
vurdu şakağına; saçaktan düşen buzdan kılıçlar gibi.
Şaşırdın.
Huzurunun göbeğine irice bir taş savruldu; halka halka
titremede
gönlünün düştüğü göl şimdi. Neşesi kaçtı vaktin;
sevinçlerini pervane
ettiğin mumlar titredi, bitti. Akrep ve
yelkovanın ayakları dolandı;
beklediğin "az sonra"lar havada
asılı kaldı. Hüznün ölü kelebekleri
kıpırdadı, sızılandı.
Aşinâlığın tadı bozuldu; acının ketum, kekre
sütunları
devrildi göğsüne. Başını yasladığın uzun saatler, uzanıp
uyuduğun
bitmez günler vaadlerini yerine getiremeyeceklerini
söylediler;
yüzleri yerde, mahçup. Oyala(n)dığın ağaç
gölgeleri çekildi
üzerinden. Avunduğun/avuttuğun haz perdeleri
parelendi. Gözlerini
ıslatamadan giden yağmurlar elindeki şemsiyeyi
uçurdu. Konforunu
bozmamak için parmak uçlarına basa basa odana
giren, kalbini
kanatmadan usulca gidiveren uzak acılar yakana dolandı
şimdi. "Daha
dün konuşmuştuk ama..." diyorsun. "Ama nasıl
olur!"lar çekip
çekiştiriyor iki yakanı. "Hiç beklenmedik bir
ölüm!" "Vakitsiz"
"Erken!" "Sürpriz!"
İşine ara vereceksin bugün... Kocaman bir
pürüz olup çıkıverdim
karşına. Hızını kestim hayatının. Üzerine
saldım
kaygılarını. Köşe bucak kaçtığın korkulara sobelettim seni.
Ölümle
arana koyduğun duvarı yıktım. "Ölüm bize de
yaklaşırmış/yakışırmış"
dedin. "Ölmesi kanıksanmış,
ölünesi bir yaştayız artık."
"Rahmetli..." sıfatını
ismimin üzerine yumuşak bir şal gibi
atıvereceksin.
İki yakasında da eksiğim İstanbul'un. Vapurların
hiçbiri
beklemiyor beni iskelede. Ben öldüm diye şeritleri eksilmedi
otoyolların.
Hayret!
Ben öldüm bu defa... Şimdiye kadar hep başkalarıydı
ölen. Gitsen de
bir gitmesen de bir, bir cenaze olacak cami
avlularından birinde...
Seni
bilmem ama ben bu cenazeye mutlaka gitmeliyim. Ayıp olur, çok ayıp...
Davetlilerin
yüzüne bakamam sonra. Dediği gibi şairin, bir musallâlık
saltanatım
bu benim. Başroldeyim.
Toprağa konulacak adam rolü benim. Ardından
ağlanılacak adamı ben
oynayacağım. Hiç itirazsız karanlığa uzanmak
bana düştü bu
defa. Üzerine toprak atılan adamı... Unutulmuşluklar
altında
yüzü erimeye bırakılan adamı... Hüzünlerin münasebetsiz
müsebbibi
olacak adamı... Ayakkabısı kendisini beklerken bağları
çözülecek
adamı.... Elbiseleri evden çıkarılacak adamı... Ben
oynayacağım.
Yatağı
soğuk kalacak adamı... Akşam eve dönmeyecek adamı...
Kapıyı çalması
beklenmeyecek adamı... Sofrada yeri olmayacak
adamı... Adı telefon
rehberinden silinecek adamı... Şehrin
dudaklarından yarım ağız çıkmış
bir hece gibi önemsizleşecek
adamı.... Ben oynayacağım. Sevinçlerin
ortasına en fazla bir
hıçkırık gibi sokulsa bile hatıraların
eşiğinden yüz geri
edilecek adamı... Resmine bakıp bakıp da ağlanacak
(yoksa
ağlanılmayacak mı?) adamı... "Adı neydi... Hani..!" diye
yokluğu
kanıksanacak adamı... Soluk bir resimde mahzun bir
tebessümün
ardında aşklarını saklayan, susturan adamı... Ben
oynuyorum bugün...
Sahnedeyim.
Beklerim.
En öndeki olmalısın ayakta duranların. En
dik duranı.
İşte davetiyen:
Canını çok seven, her günün sabahında
burada sonsuzca
yaşayacağına yeniden kanan, her lezzetin tükenişinde
ölümün
yanına uğradığını unutan, her hazzın zirvesinde yakasındaki
ölümlü
etiketini isteyerek düşüren, her yaz sıcağında içi
dünyaya iyiden
iyiye ısınan, doğduğu yılın rakamının
büyüklüğünün kendisini kabirden
uzak tuttuğunu sanarak avunan,
kalbinin her atışında ölümlerden
döndüğünün farkında
olmayan, damarlarının bir köşesinde ansızın
geliverecek
pıhtılardan yapılmış veda haberleri saklayan,
ayrılıkların
çatlaklarından giren hüzünleri ölümün nefesi gibi
yudumlayan,
sevenlerinin gözlerinin ışığına sığınarak ısınan,
unutulmayı,
yok sayılmayı en ürkütücü uçurum bilen,
güzelliğini aynaların
kırıklarında arayan, toprağa girmeye
üşenen, uzun süredir aramızda
yaşayan dostumuz, arkadaşımız,
sırdaşımız, kardeşimiz, babamız,
evladımız, şimdilik
unutmayacağımızı umduğumuz, bir süre unutmaktan
utanacağımız,
sonra unutacağımız, en sonunda unuttuğumuzu da
unutacağımız
BU FANİ
doğduğu gün yakalandığı fanilik
hastalığından, uzun süredir
yatalak olmasına yol açan "her nefis
ölümü tadacaktır!"
yarasından, ömür boyu sancısını çektiği amansız
yaşama
rahatsızlığından kurtulup aramızdan ayrıl[maya ayarlan]mıştır.
Cenazesi
-umulur ki- en uzak zamanda, sızılarının köşe
başlarında kılınan
cenaze namazını takiben kaldırılacak,
gözünden (belki gönlünden) uzak
bir yerde unutuluş toprağına
gömülecektir.
Es-selamun
aleykum...
Fani dostunuz...
alıntı