Ali Şeriati "Hangi öze dönelim?" diye sorar ve sıralar; "1- Eğer "ırksal" (Ari/Fars) özümüze dönersek bu faşizm, nasyonalizm, rasizm gibi ulusal ve ırksal cahiliyete düçar olacağımızdan bu dönüş gerici bir dönüş olacaktır. 2- Eğer "geleneksel dini" (İslâm/Şia) özümüze dönersek bu zaten çöküşün, gelenekçiliğin, cehaletin, gericiliğin, şahsa tapıcılığın, tekrarcılığın ana sebebi değil midir?" (Öze Dönüş; s. 40-41)
O halde hangi öze dönülecektir? Hangi dine, hangi mezhebe ve hangi Şia'ya? Ali Şeriati'nin kastettiği "öz" kendi tabiriyle "diri ve yaşayan bir öz"dür. Bir cümlede özetlersek diyor Ali Şeriati "Dayanağımız, İslâmi kültürümüzdür ve bu kültürel öze dönüş de şiarımız olmalıdır." Çünkü Şeriati'ye göre bütün özlerden bize en yakın olan öz budur. Şu anda yaşayan, toplumun bünyesinde bir ruh, bir hayat ve iman olarak yaşayan medeniyet ve kültür budur. Bu toplumda bir şeyler yapmak isteyen aydına hayat ve dinamizm verecek olan öz budur.
Fakat hangi İslâmi özdür bu? Şeriati'ye göre İslâm varolan haliyle çöküşün, gelenekçiliğin, cehaletin, gericiliğin, şahsa tapıcılığın, tekrarcılığın ana sebebi haline getirilmiştir. Oysa hakiki İslâmi öz irfan, edebiyat, astronomi ve matematiksel bilimler ve askeri alanlarda yetişen yetenek ve dehalarla dünyada kabul gören bir kültürel özdür. Ve öyle kültürel bir öz ki rönesans geçirmiş bir Avrupalı'ya karşı "Ben büyük İslâm kültürüne mensubum" diyebileceğimiz bir özdür.
Ali Şeriati, görkemli geçmişe sahip bir uygarlığın mirasçısı olduğunun farkındadır. Tıpkı İkbal gibi "Ey doğu milletleri! Şimdi ne yapmalıyız?" veya Mehmet Akif gibi "Nerede İbni Rüşd, hani Gazzali görelim?", veya Necip Fazıl gibi "Nerede ardından çil çil altınlar serpen ordu, cömert Nil, yeşil Tuna?" diye kendi kendine sormakta, adeta bunun acısıyla kıvranmaktadır; "Bunlar, bu adamlar, bu görüntüler, bu simalar, bu medeni kişilikler, bu doğurgan ve üretken yetenekler, bende ve benim medeniyetimde yaşıyor..."
Ali Şeriati böylesi bir durum karşında suçu "batılılara" yükleyerek işin içinden kolayca sıyrılma kolaycılığına kaçmaz. Tam bir yenilikçi edasıyla önce "içeriyi" sorgulayarak işe başlar: Şu an ki yaşanan din, sorunları, idealleri, düşünceleri çok öncelere, oradan ölüme ve ölüm sonrasına aktaran ve "bu dünyayla" hiç bir işi olmayan bir dindir... Böyle bir dinde insanların tüm işi ahirete yönelmektir. Bu din, ne olgunlukları, ne toplumsal hayatları ve sorumlulukları açısından insanlara, dünyada hiç bir görev duygusu ve sorumluluğu yüklememektedir... Ve öyle bir din ki toplumsal sorumluluk taşıyan her aydın ondan bıkkındır ve ondan kaçmaktadır...
Oysa Şeriati'ye göre İslâm'ı, çöküşün etkenleri olan bilgisiz ve uyuşuk "geleneklerin" tekrarı biçiminden çıkarıp, bilgi veren, ilerici, mücadeleci, uyandırıcı, aydınlatıcı bir "ideoloji" şekline çevirmeliyiz. Çünkü İslâm öze dönmek ve özden başlamak isteyen, ister dinli ister dinsiz aydınlar için, bilgi, bilinç ve sorumluluk verici olmalıdır. Bunun için de toplumda varolan, bizim gerçek insani kişiliğimize ve manevi gerçeklerin derinlerine dayanan, sağlam bir sermaye ve gıdadan beslenen, kendi ayakları üzerinde duran bir "dini öz" yakalamalıyız. Şu halde İslâm'ı toplumsal "gelenek" biçiminden, bir "ideoloji" biçimine, eğitimi yapılan bir "proğram" biçiminden, bizzat bilgi-bilinç-uyanıklık veren bir "iman" biçimine, ahirete yönelik sevap kazanmak için yapılan "ritüel, tören ve gösteriş" biçiminden, insana ölümden önce sorumluluk, hareket ve fedakarlık bağışlayan büyük bir "güç" biçimine sokmak gerekir.
Büyük bir maddeyi patlatan kimliğiyle aydını, toplumuna "aşk ve bilgiyi" geri getirip nesline büyük "Prometeus" mucizesini gerçekleştirecek bir biçim ve çehreye kavuşturmak gerekir. Bu bilgi ve iman ile yüklü mucize açık bir güç olarak ortaya çıkacaktır. Donukluk aniden harekete, cehalet bilgiye dönüşecektir. Şu bir kaç asırlık çöküntü ansızın bir dirilişe, yaşayan bir kıyamete, bir harekete dönüşecektir. Hem böylece aydın , kendi güçlü, yaşayan ve bilgili "özüne" dönerek Batının sömürgeciliğine karşı duracak ve din gücüyle "uyuşturulan" toplumu yeniden din gücüyle "uyandıracak", harekete geçirecektir. Üretken ve anlam yüklü bir insan kitlesi olarak ayakları üstüne dikecektir. Hem kendi kültür, medeniyet ve manevi kişiliğini sürdüren bir nesil oluşacak, hem de Allah'ın nurunu yeryüzüne yansıtan birer "Prometeus" biçiminde bir nesil ortaya çıkacaktır.
Ali Şeriati burada Prometeus'un İslâm'daki karşılığını peygamber olarak görmektedir. Yunan mitolojisinde Prometeus bilgiyi tanrıdan çalarken, İslam'da Allah peygambere eşyanın isimlerini öğretmekte, bilgiyi vahiy olarak bizzat vermekte ve bununla uygarlığın temelini atmaktadır. Şeriati'ye göre Peygamberin yerini ise bugün ona varis olan "aydınlar" yapacaktır. Prometeus mucizesi dediği şey, peygamber varisi aydınların, Allah'ın vahyi ile toplumlarını aydınlatmaları, yeni bir uygarlık için öncülük yapmaları, toplumu bu ilahi bilgilerle harekete geçirmeleridir...
Kaynak: Gerçek Hayat, Sayi: 378
http://www.aliseriati.com/kitaplar.php?Makale_id=221&Kat_id=15
O halde hangi öze dönülecektir? Hangi dine, hangi mezhebe ve hangi Şia'ya? Ali Şeriati'nin kastettiği "öz" kendi tabiriyle "diri ve yaşayan bir öz"dür. Bir cümlede özetlersek diyor Ali Şeriati "Dayanağımız, İslâmi kültürümüzdür ve bu kültürel öze dönüş de şiarımız olmalıdır." Çünkü Şeriati'ye göre bütün özlerden bize en yakın olan öz budur. Şu anda yaşayan, toplumun bünyesinde bir ruh, bir hayat ve iman olarak yaşayan medeniyet ve kültür budur. Bu toplumda bir şeyler yapmak isteyen aydına hayat ve dinamizm verecek olan öz budur.
Fakat hangi İslâmi özdür bu? Şeriati'ye göre İslâm varolan haliyle çöküşün, gelenekçiliğin, cehaletin, gericiliğin, şahsa tapıcılığın, tekrarcılığın ana sebebi haline getirilmiştir. Oysa hakiki İslâmi öz irfan, edebiyat, astronomi ve matematiksel bilimler ve askeri alanlarda yetişen yetenek ve dehalarla dünyada kabul gören bir kültürel özdür. Ve öyle kültürel bir öz ki rönesans geçirmiş bir Avrupalı'ya karşı "Ben büyük İslâm kültürüne mensubum" diyebileceğimiz bir özdür.
Ali Şeriati, görkemli geçmişe sahip bir uygarlığın mirasçısı olduğunun farkındadır. Tıpkı İkbal gibi "Ey doğu milletleri! Şimdi ne yapmalıyız?" veya Mehmet Akif gibi "Nerede İbni Rüşd, hani Gazzali görelim?", veya Necip Fazıl gibi "Nerede ardından çil çil altınlar serpen ordu, cömert Nil, yeşil Tuna?" diye kendi kendine sormakta, adeta bunun acısıyla kıvranmaktadır; "Bunlar, bu adamlar, bu görüntüler, bu simalar, bu medeni kişilikler, bu doğurgan ve üretken yetenekler, bende ve benim medeniyetimde yaşıyor..."
Ali Şeriati böylesi bir durum karşında suçu "batılılara" yükleyerek işin içinden kolayca sıyrılma kolaycılığına kaçmaz. Tam bir yenilikçi edasıyla önce "içeriyi" sorgulayarak işe başlar: Şu an ki yaşanan din, sorunları, idealleri, düşünceleri çok öncelere, oradan ölüme ve ölüm sonrasına aktaran ve "bu dünyayla" hiç bir işi olmayan bir dindir... Böyle bir dinde insanların tüm işi ahirete yönelmektir. Bu din, ne olgunlukları, ne toplumsal hayatları ve sorumlulukları açısından insanlara, dünyada hiç bir görev duygusu ve sorumluluğu yüklememektedir... Ve öyle bir din ki toplumsal sorumluluk taşıyan her aydın ondan bıkkındır ve ondan kaçmaktadır...
Oysa Şeriati'ye göre İslâm'ı, çöküşün etkenleri olan bilgisiz ve uyuşuk "geleneklerin" tekrarı biçiminden çıkarıp, bilgi veren, ilerici, mücadeleci, uyandırıcı, aydınlatıcı bir "ideoloji" şekline çevirmeliyiz. Çünkü İslâm öze dönmek ve özden başlamak isteyen, ister dinli ister dinsiz aydınlar için, bilgi, bilinç ve sorumluluk verici olmalıdır. Bunun için de toplumda varolan, bizim gerçek insani kişiliğimize ve manevi gerçeklerin derinlerine dayanan, sağlam bir sermaye ve gıdadan beslenen, kendi ayakları üzerinde duran bir "dini öz" yakalamalıyız. Şu halde İslâm'ı toplumsal "gelenek" biçiminden, bir "ideoloji" biçimine, eğitimi yapılan bir "proğram" biçiminden, bizzat bilgi-bilinç-uyanıklık veren bir "iman" biçimine, ahirete yönelik sevap kazanmak için yapılan "ritüel, tören ve gösteriş" biçiminden, insana ölümden önce sorumluluk, hareket ve fedakarlık bağışlayan büyük bir "güç" biçimine sokmak gerekir.
Büyük bir maddeyi patlatan kimliğiyle aydını, toplumuna "aşk ve bilgiyi" geri getirip nesline büyük "Prometeus" mucizesini gerçekleştirecek bir biçim ve çehreye kavuşturmak gerekir. Bu bilgi ve iman ile yüklü mucize açık bir güç olarak ortaya çıkacaktır. Donukluk aniden harekete, cehalet bilgiye dönüşecektir. Şu bir kaç asırlık çöküntü ansızın bir dirilişe, yaşayan bir kıyamete, bir harekete dönüşecektir. Hem böylece aydın , kendi güçlü, yaşayan ve bilgili "özüne" dönerek Batının sömürgeciliğine karşı duracak ve din gücüyle "uyuşturulan" toplumu yeniden din gücüyle "uyandıracak", harekete geçirecektir. Üretken ve anlam yüklü bir insan kitlesi olarak ayakları üstüne dikecektir. Hem kendi kültür, medeniyet ve manevi kişiliğini sürdüren bir nesil oluşacak, hem de Allah'ın nurunu yeryüzüne yansıtan birer "Prometeus" biçiminde bir nesil ortaya çıkacaktır.
Ali Şeriati burada Prometeus'un İslâm'daki karşılığını peygamber olarak görmektedir. Yunan mitolojisinde Prometeus bilgiyi tanrıdan çalarken, İslam'da Allah peygambere eşyanın isimlerini öğretmekte, bilgiyi vahiy olarak bizzat vermekte ve bununla uygarlığın temelini atmaktadır. Şeriati'ye göre Peygamberin yerini ise bugün ona varis olan "aydınlar" yapacaktır. Prometeus mucizesi dediği şey, peygamber varisi aydınların, Allah'ın vahyi ile toplumlarını aydınlatmaları, yeni bir uygarlık için öncülük yapmaları, toplumu bu ilahi bilgilerle harekete geçirmeleridir...
Kaynak: Gerçek Hayat, Sayi: 378
http://www.aliseriati.com/kitaplar.php?Makale_id=221&Kat_id=15