Muhammed :
"Hamide" kökünden gelen "Hammede" fiilinden türetilmiş ism-i mef'ûl ( = edilgen çatı)dür. Övgüyle karşılanacak huyları çok olana "Muhammed" denir. Bu yüzden "Mahmûd" kelimesinden daha mübalağalıdır. Zira "Mahmûd" kelimesi asıl kökü üç harfli olan (-sülâsî mücerred) fiilden türetilmiş; "Muhammed" kelimesinin ise mübalağa ifade etmesi için harfleri artırılmıştır. O halde "Muhammed"; övülen diğer insanlara göre daha çok övülen, yüceltilen demektir.
Ahmed:
"Ef'ale" vezninde ism-i tafdîldir (yani ismin daha üstünlük, en üstünlük bildiren halidir ). Bu da yine "hamd" kökünden türetilmistir. Fail ( = etken çatı) mi, mef'ûl (edilgen çatı) mü anlamında olduğunda insanlar görüş ayrılığına düşmüş; kimisi, fail anlamında olduğunu yani onun Allah'a hamdedişi, diğerlerinin hamdedişinden daha fazladır, anlamına geldiğini söylemiştir. Bu durumda anlamı: "Rabbine hamdedenlerin en çok hamdedenidir." olur. Bu görüşü şundan tercih ediyorlar: İsm-İ tafdîl, gramer kaidelerine uygun ( = kıyası) olarak mef'ûl ( = nesne) üzerinde gerçekleşen fiilden değil, fail ( = özne)in yaptığı fiilden türetilir.
Mütevekkil:
Sahih-i Buhârî'deki bir rivayette Abdullah b. Amr diyor ki: Tevrat'ta Hz. Peygamber'in (s.a.) şu şekilde anlatıldığını okudum: "Muhammed, Allah'ın rasûlüdür. Kurumdur, rasülümdür. O'na Mütevekkil adını koydum. Ne kabadır, ne katı kalblidir ve ne de çarşıda, pazarda bağırıp çağırır. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez. Aksine affeder, bağışlar. Çarpıtılmış dini onunla düzeltip insanlar: "Lâ ilahe illallah" deyinceye kadar asla onun canını almayacağım."
Mâhî:
Allah'ın kendisiyle küfrü mahvedeceği kişi demektir
Haşir:
Bu kelimenin kökü olan "haşr", katlamak ve bir araya getirmek anlamındadır. İnsanlar onun önünde haşrolunacaklardır. Sanki o, insanları hasretmek için peygamber olarak görevlendirilmiştir.
Âkıb:
Peygamberlerin en sonuncusu olarak gelen. O'ndan sonra peygamber gelmeyecektir. Çünkü Âkıb kelimesi "âhirden sonuncu' anlamındadır
Mukaffî:
Yine aynı anlamdadır. Kendisinden Öncekilerin izlerini kapatan anlamına gelmektedir. Allah, onunla daha önceki peygamberlerin izlerini kapatmıştır. Bu kelime "izlemek, geride kalmak" kökünden türetilmiştir.
Nebiyyü't-Tevbe (Tevbe Peygamberi):
Allah'ın kendisi ile yeryüzü halkına tevbe kapısını açtığı kimse demektir.
Nebiyyu'r-Rahme (Merhamet Peygamberi):
Allah'ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği peygamber demektir. Allah, O'nun sayesinde mü'min, kâfir demeden bütün yeryüzü halkına merhamet etmiştir.
Nebiyyü'l-Melhame (Savaş Peygamberi):
Allah'ın düşmanları ile cihad etmek görevi verilen demektir. Hiçbir peygamber ile ümmeti, Allah Rasülü (s.a.) ile ümmetinin yaptığı cihad kadar asla cihad yapmamışlardır
Fâtih:
Allah'ın kendisiyle, kilitlenmiş hidayet kapısını açtığı kimse demektir.
Emîn:
Varlıklar dünyasında bu isme en lâyık olan O'dur. Vahiy ve din konularında Allah'ın kendisine güvendiği kimse O'dur. O, hem gökte-kilerin ve hem de yerdekilerin güvendiği şahıstır. Bundan dolayı peygamberlikten önce O'na "el-Emîn" derlerdi.
Dahûk-Kattâl (Çok gülen-çok öldüren):
Bu iki isim birbiriyle iç içedir; biri diğerinden ayrılmaz. Zira Hz. Peygamber (s.a.) mü'minlerin yüzlerine karşı çok tebessüm eder ve onlara yüzünü ekşitmez, kaşlarını çatmaz, öfkelenmez ve sert davranmazdı. Allah düşmanlarını ise perişan eder,.bu konuda hiç kimsenin kınamasından çekinmezdi.
Beşîr:
İtaat edene sevap müjdesi veren
Abdullah:
Cin, 72/19
Seyyidu veled-i Âdem:
Tirmizî, 3618; İbn Mâce, 4308; Ahmed, 3/2. Hadisin metninin tamamı şöyledir: "Ben, kıyamet günü âdem oğullarının efendisîyim, bunda övünç yok. Hamd sancağı elimde olacaktır; bunda övünç yok. O gün Adem ve diğer bütün peygamberler benim sancağım altında toplanacaklardır. îlk defa yerden ben çıkartılıp diriltileceğim;
es-Sirâcu'l-Münîr: aydınlatan bir kandil
es-Sirâcu'l-Vehhâc: ziyası yanıp ışık veren bir kandil
Ahzâb, 33/46. Nebe, 78/13. Münir; Vehhâc'ın aksine yakmaksızın aydınlatan, ışık veren demektir. Veh-hâc'da ise bir tür yakma ve yanma anlamı vardır
"Hamide" kökünden gelen "Hammede" fiilinden türetilmiş ism-i mef'ûl ( = edilgen çatı)dür. Övgüyle karşılanacak huyları çok olana "Muhammed" denir. Bu yüzden "Mahmûd" kelimesinden daha mübalağalıdır. Zira "Mahmûd" kelimesi asıl kökü üç harfli olan (-sülâsî mücerred) fiilden türetilmiş; "Muhammed" kelimesinin ise mübalağa ifade etmesi için harfleri artırılmıştır. O halde "Muhammed"; övülen diğer insanlara göre daha çok övülen, yüceltilen demektir.
Ahmed:
"Ef'ale" vezninde ism-i tafdîldir (yani ismin daha üstünlük, en üstünlük bildiren halidir ). Bu da yine "hamd" kökünden türetilmistir. Fail ( = etken çatı) mi, mef'ûl (edilgen çatı) mü anlamında olduğunda insanlar görüş ayrılığına düşmüş; kimisi, fail anlamında olduğunu yani onun Allah'a hamdedişi, diğerlerinin hamdedişinden daha fazladır, anlamına geldiğini söylemiştir. Bu durumda anlamı: "Rabbine hamdedenlerin en çok hamdedenidir." olur. Bu görüşü şundan tercih ediyorlar: İsm-İ tafdîl, gramer kaidelerine uygun ( = kıyası) olarak mef'ûl ( = nesne) üzerinde gerçekleşen fiilden değil, fail ( = özne)in yaptığı fiilden türetilir.
Mütevekkil:
Sahih-i Buhârî'deki bir rivayette Abdullah b. Amr diyor ki: Tevrat'ta Hz. Peygamber'in (s.a.) şu şekilde anlatıldığını okudum: "Muhammed, Allah'ın rasûlüdür. Kurumdur, rasülümdür. O'na Mütevekkil adını koydum. Ne kabadır, ne katı kalblidir ve ne de çarşıda, pazarda bağırıp çağırır. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez. Aksine affeder, bağışlar. Çarpıtılmış dini onunla düzeltip insanlar: "Lâ ilahe illallah" deyinceye kadar asla onun canını almayacağım."
Mâhî:
Allah'ın kendisiyle küfrü mahvedeceği kişi demektir
Haşir:
Bu kelimenin kökü olan "haşr", katlamak ve bir araya getirmek anlamındadır. İnsanlar onun önünde haşrolunacaklardır. Sanki o, insanları hasretmek için peygamber olarak görevlendirilmiştir.
Âkıb:
Peygamberlerin en sonuncusu olarak gelen. O'ndan sonra peygamber gelmeyecektir. Çünkü Âkıb kelimesi "âhirden sonuncu' anlamındadır
Mukaffî:
Yine aynı anlamdadır. Kendisinden Öncekilerin izlerini kapatan anlamına gelmektedir. Allah, onunla daha önceki peygamberlerin izlerini kapatmıştır. Bu kelime "izlemek, geride kalmak" kökünden türetilmiştir.
Nebiyyü't-Tevbe (Tevbe Peygamberi):
Allah'ın kendisi ile yeryüzü halkına tevbe kapısını açtığı kimse demektir.
Nebiyyu'r-Rahme (Merhamet Peygamberi):
Allah'ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği peygamber demektir. Allah, O'nun sayesinde mü'min, kâfir demeden bütün yeryüzü halkına merhamet etmiştir.
Nebiyyü'l-Melhame (Savaş Peygamberi):
Allah'ın düşmanları ile cihad etmek görevi verilen demektir. Hiçbir peygamber ile ümmeti, Allah Rasülü (s.a.) ile ümmetinin yaptığı cihad kadar asla cihad yapmamışlardır
Fâtih:
Allah'ın kendisiyle, kilitlenmiş hidayet kapısını açtığı kimse demektir.
Emîn:
Varlıklar dünyasında bu isme en lâyık olan O'dur. Vahiy ve din konularında Allah'ın kendisine güvendiği kimse O'dur. O, hem gökte-kilerin ve hem de yerdekilerin güvendiği şahıstır. Bundan dolayı peygamberlikten önce O'na "el-Emîn" derlerdi.
Dahûk-Kattâl (Çok gülen-çok öldüren):
Bu iki isim birbiriyle iç içedir; biri diğerinden ayrılmaz. Zira Hz. Peygamber (s.a.) mü'minlerin yüzlerine karşı çok tebessüm eder ve onlara yüzünü ekşitmez, kaşlarını çatmaz, öfkelenmez ve sert davranmazdı. Allah düşmanlarını ise perişan eder,.bu konuda hiç kimsenin kınamasından çekinmezdi.
Beşîr:
İtaat edene sevap müjdesi veren
Abdullah:
Cin, 72/19
Seyyidu veled-i Âdem:
Tirmizî, 3618; İbn Mâce, 4308; Ahmed, 3/2. Hadisin metninin tamamı şöyledir: "Ben, kıyamet günü âdem oğullarının efendisîyim, bunda övünç yok. Hamd sancağı elimde olacaktır; bunda övünç yok. O gün Adem ve diğer bütün peygamberler benim sancağım altında toplanacaklardır. îlk defa yerden ben çıkartılıp diriltileceğim;
es-Sirâcu'l-Münîr: aydınlatan bir kandil
es-Sirâcu'l-Vehhâc: ziyası yanıp ışık veren bir kandil
Ahzâb, 33/46. Nebe, 78/13. Münir; Vehhâc'ın aksine yakmaksızın aydınlatan, ışık veren demektir. Veh-hâc'da ise bir tür yakma ve yanma anlamı vardır