BOZULMANIN BAŞLANGICI
Bu ümmetin içinden bazıları, hatta alim ve dindar olarak bilinen bazı kimseler, yahudilerin niteliklerinden bazı paylar almışlardır. Basiret sahibi olanlar bu gerçeği görebilirler. Allah'ın Rasulullah'ın hoşlanmadığı bütün niteliklere bulaşmaktan yine Allah'a sığnınz. Bu böyle olduğu için ilk dönem müslümanları sürekli çevrelerindekileri bu tehlike konusunda uy arıyorlardı. Nitekim Buhari'nin, Ebu Esved'e[1] dayanarak belirttiğine göre Ebu Musa, ÎSasra'İı Kur'an okuyucularına elçi olarak gönderilmişti. Basra'ya varınca üçyüz Kur'an okuyucusu gelip Kur'an okudu. Ebu Musa bir ara onlara şunları söyledi:
"Sizler Basra'nın seçkinleri ve Kur'an okuyucularısınız. Kur'an'i sık sık okuyunuz, uzun süre ara verip, kalble-rinizin katılaşmasına meydan vermeyiniz. Tıpkı sizden öncekilerin kalblerinin karardığı gibi. Bizler vaktiyle uzunluk ve şiddet bakımından Beraet suresine benzettiğimiz bir sure okuduk, fakat şimdi onu. unuttum. Yalnız onun şu kadarı aklımda kaldı. -İnsanoğlunun iki vadi dolusu altım olsa üçüncüsünü ister, onun karnım ancak toprak doldurur. Ayrıca aramızda Sebaha surelerinden birine benzettiğimiz başka bir sure de okuyorduk. Onu da unuttum, fakat şu kadarı aklımda kaldı:
"Ey müminler, yapmadığınız şeyi niye söyler siniz? Bu sözünüz belge olarak boynunuza yazılır da sonra Kıyamet günü ondan sorguya çekilirsiniz."[2]
Görüldüğü gibi sahabilerden Ebu Musa, Basra'lı Kur'an okuyucularım uzun süre Kur'an okumaya ara verip, kalble-rinin katılışması tehlikesi karşısında uyarmaktadır.
Bilindiği gibi "Allah'a verilen sözü bozma, tutmama" kavramı, Allah'ın emir ve yasaklarım çiğneme, Allah'ın kitabındaki kelimelerin yerlerini değiştirme, bu kitabın sözlerini başkalaştırıp yanlış şekilde yorumlama eylemlerini tümü ile içerir. İşte bu konuda ünlü tefsir bilgini Hafız İbn-i Kesir'in, sahabilerden İbn-i Mesud'a dayanarak Hadid suresinin tefsiri sırasında naklettiği şu belgeyi sunuyorum. İb-ni Kesir diyor ki:
A'meş'in anlattığına göre Ebu Amile Ferazi[3] dedi ki;
"Abdullah îbn-i Mesud: bir defasında bize öyle bir konuşma yaptı ki, Kur'an ve Peygamberimizin sözlerinden başka bu kadar önemli bir konuşma o güne kadar hiç dinlememiştim, îbn-i Mesud şöyle dedi:
"İsrailoğulları, uzunca bir süre Allah'ın kitabından uzaklaşınca kalbleri katılaştı, arkasından kendi kendilerine gönüllerinin arzu ettiği ve nefislerinin hoşuna giden bir kitab uydurdular. Çünkü, Allah'ın indirdiği gerçekler bir çok arzularına engel oluyordu. Bu yüzden Allah'ın kitabını bilmezlikten gelerek onu arkalarına attılar.
Bu işin öncüleri aralarında Önce şöyle dediler: "Bu yeni kitabı israiloğultarına sununuz, eğer çağrılarınıza uyarlarsa onları serbest bırakınız, yok eğer size karşı çıkarlarsa onları öldürünüz." Fakat daha sonra aralarında şöyle söz bağladılar: "Hayır, öyle olmaz. Böyle yapacağımıza falanca tanınmış alime haber salarak bu yeni kitabı ona sununuz. Eğer o alim bu kitabı benimserse, artık hiç kimse size karşı çıkmaz. Fakat eğer o adam size karşı çıkarsa kendisini hemen öldürünüz ki, ondan sonra artık hiç kimse size karşı gelmez."
Bu konuşma üzerine sözünü ettikleri bilgine bir heyetle yeni kitablannı gönderdiler. Olup bitenleri önceden eline bir kağıt alarak Allah'ın gerçek kitabını üzerine yazdı ve astı ve elbiselerinin altına sakladı.
Bir süre sonra yola çıkmış olan heyet yanına gelerek uydurulan kitabı sundu ve kendisine:
"Bu kitaba inanıyor musun?" diye sordular. Adam da onları eli ile göğsüne işaret ederek ve içinden boynuzun içine sakladığı gerçek kitabı kasdederek:
"Bu kitaba tabii ki, inanıyorum, ona niye inanmayayım?" diye cevap verdi. Bunun üzerine heyet kendisine ilişmedi, onu serbest bıraktılar.
Bu bilginin kendisine çok bağlı bir kaç adamı vardı. Bilgin ölünce bunlar mezarını açarak boynunda asılı duran hayvan boynuzunu gördüler. Arkasından da boynuzu açınca içinde saklanan gerçek kitabı buldu'ar. Bu durumu görünce "Demek ki O, -Bu kitaba tabii ki inanıyorum, ona niye inanmayayım? derken uydurmacıların getirdikleri kitabı değil, bu kitabı kasdetmişti." dediler.
Bu kitab uydurma olayı yüzünden israiloğulları aralarında anlaşmazlığa düşerek yetmiş küsur guruba ayrıldılar. Bu gurupların en iyisi, işte bu boynuzda saklanan gerçek ilahi kitab yüzünden "Zülkam (boynuzlular)" adını alan guruptur.
"İçinizden, bizden sonra yaşayacak olanlarınız bir takım eğri işler ve kötülükler göreceklerdir. Bu kötülükleri görecek olup da onları elleri ile bilfiil değiştirmeye gücü yetmeyecek olanların kalblerinde bu kötülüklere karşı nefret duyduklarını Allah'ın bilmesi onlar için yeterli bir tepkidir."[4]
Cenab-ı Allah (c.c) yukardaki ayetlerin ilkinde söz konusu "Iralbleri katılaşanlar" a benzernemizi yasakladıktan sonra kendi kafalarından ruhbaniyet (dünyadan el-etek çekip ibadete kapanma) icad edip, sonra da buna gerçek anlamı ile uymayanların durumunu açıklıyor, arkasından da buyruğunu şu ayetlerle noktalıyor:
"Ey müminler, Allah'dan korkunuz, Rasulullah'a itaat ediniz ki, o size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığı altında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi affetsin. Allah af ve merhamet edicidir."
Ehl-i Kitab bilsinler ki, kendi kendilerine Allah'ın lütfü uda n bir şey elde etmeye güçleri yetmez. Hiç şüphesiz lütuf ve kerem Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir." (Hadid: 57/28-29)
Ayette emredilen "Rasulullah'a itaat" O'na inanıp söylediklerini yapmak ve getirdiği şeriate uymaktır. Bu görev, "ruhbanlık" tan kaçınmayı da içerir. Çünkü o böyle bir prensip getirmedi, tersine bunu yasakladı. Ayrıca bu ayetlerde Peygamberimize uyan kitab ehlinin cevabının iki kat olacağı da bildiriliyor. Bu konuda İbn-i Ömer ve başka sahabiler kanalı ile gelen ve ehl-i kitab ile bizim durumumuzu karşılaştırmalı olarak açıklayan hadisler vardır.
Şimdi ruhbanlık konusu ile ilgili bir hadisi gözden geçirelim. Ebu Davud'un, Said b. Abdurrahman'a[5] dayanarak bildirdiğine göre bir gün Sehl b. Ebu Ümame[6]babası ile birlikte Medine'de sahabilerden Enes b. Malik'i ziyarete gittiler. Enes b. Malik bir ara onlara Peygamberimizin şöyle buyurmuş oduğunu nakletti:
"Kendi kendinize görevlerinizi ağırlaşürmayınız, yoksa Allah da size ağır görevler yükler. Çünkü sizden Önceki bazı kavimler kendilerine ağır görevler yükledikleri için Allah da onlara ağır görevler yükledi. Şimdi manastırlarda ve kilise köşelerinde gördüğünüz kimseler işte o kavimlerin kalıntılarıdır. Onlar daha önce Allah'ın üzerlerine yazmamış olduğu ruhbanlığı kendiliklerinden uydurmuşlardır."[7]
Yine aynı hadisin farklı bir rivayet şekline göre bir da-fasmda Sehl b. Ümame babası ile birlikte Medine'de Enes b. Malik'i ziyarete gittiler. O sırada Ömer b. Abdülaziz,[8] Medine emiri idi. Bir ara Enes b. Malik namaza katıldı. Kıldığı namaz bir yolcu namazı ve buna yakın derecede kısa ve çabuktu. Selam verince kendisine:
"Allah iyiliğini versin, şu kıldığın namaz, farz namazı mı, yoksa nafili mi?" diye sordular, O da bu soruya:
"Kıldığım namaz, farz namazı idi ve Peygamberimizin kıldığı gibi bir namazdı" diye karşılık verdikten sonra sözlerine Peygamberimizin şu hadisi ile devam etti:
"Kendi kendinize görevlerinizi ağırşlaştırmaymiz, yoksa Allah da size ağır görevler yükler. Çünkü sizden önceki bazı kavimler kendilerine ağır yükler yükledikleri için Allah da onlara ağır görevler yükledi. Şimdi manastırlarda ve kilise köşelerinde gördüğünüz kimseler işte o kavimlerin kalıntılarıdır. Onlar daha önce Allah'ın üzerlerine yazmamış olduğu ruhbanlığı kendiliklerinden uydurmuşlardır."
"Ertesi günü sabahleyin Ömer b. Abdülaziz, Enes b. Malik'e:
"Birlikte ata binip bir gezintiye çıkalım ve göreceğimiz manzaralardan ibret alalım mı?" diye sordu. Enes b. Malik'in evet demesi üzerine geziye çıktılar. Birara ıssız bir harabe yığını ile karşılaştıklarında Ömer Abdulaziz Enes b. Malik'e:
"Burası neresi biliyor musunuz?" diye sordu. Enes de kendisine şu cevabı verdi:
"Evet, Peygamberimizin bana burası ve buranın halkı hakkında verdiği bilgiye göre bu yörenin eski yerlileri zulüm ve kıskançlıkları yüzünden Allah tarafından helak edildiler. Kıskançlık iyi amellerin nurunu söndürür zulüm de bu kıskançlığı ya onaylar veya reddeder. Öte yandan hem göz hem el hem ayak vücudun tümü ve hem de dil zina işler. Cinsiyet organı bu zina arzularını ya onaylar veya reddeder."
Bu hadisin rivayet zincirinde adı geçen Sehl b. Ebu Ümame, hadis bilgini Yahya b. Main ve başkaları tarafından "güvenilir" olarak kabul edilmiş, Müslim'le birlikte diğer kaynaklarda rivayet etiği hadislere yer verilmiş olan bir kimsedir. Yine bu rivayet zincirinin bir başka halkası olan İbn-i Ebu Amma'ya gelince Beytülmukaddes'li olan bu zat hakkında ayrıntılı bilgim yoktur. Fakat bu hadise kitabında yer veren Ebu Davud'un bu zat hakkında hiçbir şey söylememesi onu iyi gördüğü anlamına gelir. Bu hadiste Peygamberimizin namaz kılma şeklinde "kısa ve çabuk" olarak nitelendirilmiş olması meselesine gelince, Buharı ile Müslim'de yer aldığına göre yine Enes b. Malik bu konuda:
"Peygamberimiz kısa ve eksiksiz şekilde namaz kılardı"[9] demiştir. Yine bu sahabinin Buharı ile Müslim'de bu konudaki şu sözlerine yer verilmiştir:
"Ömrümde hiçbir imamın arkasında Rasulullah'ın arkasındaki kadar kısa ve eksiksiz bir namaz kılmış değilim." Buhari'nin yer verdiği rivayette fazla olarak şu sözler de vardır:
"Peygamberimiz namaz kıldırırken ağlayan bir çocuk sesi duyunca çocuğun anasının kafası karışmasın diye namazı çabuklaştırırdı."[10]
Enes b. Malik'in söylediği Peygamberimizin namazı kısa ve çabuk kılması olayı, bazı emirlerle diğer bir kısım imamların yaptıkları Kıyam'a oranladır. Bu kimseleri bazıları Kıyam halini Rasulullah'ın çoğu vakitlerde yaptığından daha fazla uzatırken rüküu, secdeyi ve rükünler arası fasılayı Peygamberimizin çabuklukla yaptığından daha kısa tutarlardı. Hatta denebilir ki, namaz kıldıran imamların çoğunluğu veya bir çoğu namazları böyle kılar oldular. Bu arada bu imamlar arasında dört rekatli farzların son iki rekatında zamm-ı sure okuyanlara da rastlanmış. Bu çeşitli uygulamalar fıkıh alimleri arasında zaman zaman farklı mezheplere dönüşmüştür.
Öteyandan Hariciler de dini konularda detaylara ve zorluklara dalarak vaktiyle Peygamberimizin böylelerini tanımlarken söylediği şu sözlerin canlı örneği haline geldiler:
"İçinizden biri onların namazına göre kendi namazını ve onların orucuna göre kendi orucunu küçümser hale gelecektir."[11]
Bu yüzden Ali, Basra'da ilk defa namaz kıldırınca saha-bilerden İmran b. Husayn[12]"Bu namaz bana Peygamberimizin namazlarını hatırlattı" demiştir. Peygamberimizin namazı dengeli idi. O kıyam (ayakta durma) ve Kuud (oturma) safhalarını kısa tutarken rüku ve secdeleri uzun tutardı. İmran b. Husayn'in, Ali'nin namazı ile ilgili olarak söylediği yukardaki söz, bu konuda Enes b. Malik'in söylediklerini açıklayıcı ve destekleyici niteliktedir.
Nesai'nin, Attaf b. Halid'e[13]dayanarak bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem[14] şöyle dedi:
"Bir gün Enes b. Malik'i ziyarete gittik. Bize: "Namaz kılacak mısınız?" diye sordu. Kendisine: "Evet kılacağız" diye cevap vermemiz üzerine hizmetçisine dönerek:
"Ya cariye, çabuk abdest suyumu getir. Çünkü sizin bu imamınızın (Ömer b. Abdülaziz'i kasdediyor) namazı kadar Peygamberimizin namazına benzer şekilde namaz kıldıran imama hiç rastlamadım" dedi. Ömer b. Abdülaziz namaz kılarken rüku ve secdeleri uzun tutar, bunun yanında kıyam ve kuud safhalarını kısa tutardı.[15]
Bu hadis sahih bir hadistir. Çünkü bu hadisin rivayet halkalarından bîrini meydan getiren Attaf b. Halid Mahzu-mi hakkında hadis bilgini Yahya b. Main bir kaç kere "O güvenilir bir ravidir" dedi. Ahmed b. Hanbel de onunla ilgili olarak "O Mekke'li, güvenilir bir şahsiyettir, rivayetleri sahihtir kendisinden yüz kadar hadis rivayet edildi" derken Îbn-Adiy de ondan söz ederken "O yüze yakın hadis rivayet ediyor. Kendisinden hadis nakleden kimsenin güvenilir olduğu durumlarda hiç bir hadisini tereddütle karşılamadım."[16] diye konuşmuştur.
Ebü Davud ile Nesai'nin, Said b. Cübeyr'e[17] dayanarak bildirdiklerine göre Enes b. Malik aynı konuda şunları söylemiştir:
"Şimdiye kadar bu delikanlının (Ömer b. Abdülaziz'i kas-dediyor) arkasında kıldığım namaz kadar Peygamberimizin namazına benzeyen bir namaz hiç kılmış değilim." Said b. Cübeyr, bu konudaki sözlerini:
"O (yani Ömer b. Abdülaziz) rükua varınca on kere sub-hanrabbiyelazim" ve secdedeyken de on kere subhanerab-biyelala diyebiliyorduk" diye bağladı."[18]
Yine bu konuda Müslim'in, Sabit'e dayanarak bildirdiğine göre Malik b. Enes şöyle demiştir:
"Hiç kimsenin arkasında Peygamberimizin arkasında olduğu kadar veciz ve eksiksiz bir namaz kılmış değilim. Peygamberimizin namazı ölçülü ve dengeli idi. Ebu Bekir'in namazı da ölçülü ve dengeli idi. Ömer zamanı gelince o sabah namazını uzatmaya başladı. Peygamberimiz -se-miallahu limenhamideh derken bize -galiba şaşırdı- dedirtecek kadar ayakta durur ve arkasından secdeye vardıktan sonra iki secde arasında yine -galiba şaşırdı- dememize yo-laçacak kadar otururdu,"[19]
Yine aynı konuda Ebu Davud'un, Sabit ve Humeyd'e dayanarak bildirdiğine göre Enes b. Malik şöyle dedi:
"Hiç kimsenin arkasında Peygamberimizin arkasında olduğu kadar veciz ve eksiksiz bir namaz kılmış değilim. Peygamberimiz-semiallahu limen hamiden derken- -galiba şaşırdı- dememize yolaçacak kadar bir süre ayakta durur, arkasından tekbir alıp secdeye varırdı. İki secde arasında da -galiba şaşırdı- dememize yolaçacak kadar otururdu."[20]
Görüldüğü gibi Enes b. Malik bu sağlam kaynaklı sözlerinde Peygamber Efendimizin namazının hem veciz ve hem de tamam (eksiksiz) olduğunu belirtiyor. Açıkladığına göre onun Peygamberimizin namazının tam (eksiksiz) olduğunu söylerken kasdettiği şey iki rükün arasında verilen fasılaların uzatılmasıdır. Bir önceki rivayette de "Peygamberimizin namazı kadar veciz ve tam (eksiksiz) hiçbir namaz görmediğini" söylemişti. Allah-u Alem onun bu sözlerindeki ve-cizlik (kısalık) kıyam safhası ile ve tamamlık (eksiksizlik) rüku ve sticud safhaları ile ilgilidir. Çünkü kıyam safhası ancak tam (eksiksiz) olarak yapılabilir, başka türlüsü mümkün değildir. Bu yüzden tamamlılıkla (eksiksiz olmakla) nitelendirilmesi anlamsız olur. Fakat rüku, secde ve rükunlar arasında fasılalarda durum böyle değildir. Ayrıca kıyam safhası kısa, buna karşılık rüku ve secdeler uzun tutulunca namaz dengeli ve ölçülü olacağı için tam (eksiksiz) olur ve o zaman da Enes b. Malik'in "Onun gibi kısa ve eksiksizini hiç görmedim" şeklindeki sözü anlam ve gerçeklik kazanmış olur.
Enes b. Malik'in bu konu ile ilgili olarak rivayet ettiği hadislerin tümü Peygamber Efendimizin rükuu, secdeyi ve iki rükün arasında verilen fasılayı daha sonraki imamların çoğunluğundan daha uzun tuttuğunu gösteriyor. Bu konudaki diğer sağlam rivayetler de aynı şeyi pekiştiriyor.
Buhari ile Müslim'de belirttiğine göre Sabit şöyle diyor: "Enes b. Malik'in -Peygamberimizin bize kıldırdığı namazın aynısını size tarif etmek için elimden geleni yapacağım-dediğini işitmiştim. Onun namaz kılarken yaptığım sizin yaptığınızı görmüyorum. O rükudan kalkınca dimdik ayakta dururdu. Öyle ki, görenler -Bu adam ne yapacağım unuttu- derlerdi. Secdeden başını kaldırdığı zaman da bize -Bu adam ne yapacağını unuttu- dedirtecek kadar otururdu."[21]
Buhari'nin yine Sabit'e dayanarak belirttiğine göre "Enes b. Malik, çevresindekilere Peygamberimizin nasıl namaz kıldığım tarif ederdi. Namaz kılarken de rükudan başını kaldırınca bize -Bu adam ne yacağını unuttu- dedirtecek kadar ayakta dururdu."[22]
Bu rivayetlerden açıkça anlaşılıyor ki, Peygamberimiz kı-raat'ı (zamm-ı sure okumayı) kısa tutarak namazı kısaltır-dı.[23] Gerçi bu tutum, kıraat safhası ile uyuşacak uzunlukta rükuu ve secdeyi de gerektirirdi. Bu yüzden Enes b. Malik "Onun namazı dengeli ve ölçülü idi" diyor, yani rükünleri arasında uzunluk ve kısalık bakımından Ölçü ve uyum vardı.
Enes gerçekten doğru söylüyor. Çünkü Peygamberimiz sabah namazının iki rekatlık farzında zamm-ı sure olarak altmış ile yüz sayısı arasında değişen miktarda ayet okurdu.[24] Daha da açıklarsak bu iki rekatta genellikle "Elif lam tenzil", "Hel Eta", "Saffat" ve "Kaf' gibi sureleri, bazan bunlardan biraz daha uzunlarını ve kimi zaman da daha kısalarını okurdu.[25] Ömer ise "Yunus, "Hud" ve "Yusuf surelerini okurdu. Herhalde kendisi arkasında namaz kılanların böylesini tercih ettiklerini biliyordu.
Bildirildiğine göre sahabilerden Muaz b. Cebel, bir defasında yatsı namazını Peygamberimizin arkasında kıldıktan sonra Küba mescidine giderek orada Amr b. Avf oğullarına imam olup namaz kıldırdı. Kıldırdığı bu namazda zamm-ı sure olarak "Bakara" suresini okudu. Bunu haber alan Peygamberimiz yaptığına kızarak kendisine şu sözleri söyledi:
"Ya Muaz, sen kargaşalık (fitne) mi çıkarmak istiyorsun? Halka imam olduğun zaman namazını kısa tut. Çünkü arkanda yaşlılar, güçsüzler ve sıkışık durumu olanlar bulunabilir. "Sebbih isme Rabbikelala", "Veş-şemsi ve duhaha" ve benzeri sureleri okuyumaz miydin?"[26]
Peygamberimizin burada Muaz'a ve dolasıyla diğer namaz kıldıran imamlara emrettiği kısalık, kendisinin uyguladığı kısalık idi. Zira O, Enes'in dediği gibi "En kısa ve eksiksiz şekilde namaz kılan kimse idi" ve ümmetine de:
"Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılınız"[27] buyurmuştu.
Şunu da belirtmemiz gerekir ki, cemaatın namazın uzatılmasını istedikleri durumlarda bundan daha uzun şekilde namaz kıldırmak yerinde bir harekettir. Nitekim Peygamberimizin akşam namazında "Tur" suresini okuduğu zamanlar olmuştur.[28] Buna karşılık bundan da kısa şekilde namaz kıldırmayı gerektirecek durumlarda imamın öyle yapması gerekir. Tıpkı Peygamberimizin çocukların ağladığı ve benzeri durumlarda yaptığı gibi.
Açıkça anlaşılıyor ki, Enes'in naklettiği hadisler namazda rüku ve secdeleri çok kısa tutanlarla kıyam safhasını çok uzatanların tutumuna karşı olmayı içeriyor. Enes'in anlattığı ve diğer sahabilerin belirttiği nokta budur.
Nitekim Müslim ile Ebu Davud'un, Abdurrahman b. Ebu Leyla'ya[29] dayanarak bildirdiklerine göre sahabilerden Bera b. Azib[30] bu konuda şunları söylüyor:
"Peygamberimizin (s.a.v.) nasıl namaz kıldığını uzun zaman gözetledim. Onun kıyamı'mn, rükuunun, rükudan sonra ayakta duruşunun, secdesinin, iki secde arasındaki oturuşunun ve selamla namazdan ayrılma arasındaki oturuşunun birbiri ile uyumlu ve dengeli olduğunu gördüm."[31]
Müslim'in, Şu'be'ye[32] dayanarak bildirdiğine göre Hakem[33] şöyle bir olay anlatıyor:
"Bir ara Zemin b. Esas[34]adında biri Küfe valisi oldu ve Ebu Ubeyde b. Abdullah'a halka namaz kıldırmasını emretti. Ebu Ubeyde b. Abdullah[35] da kıldırdığı namaz sırasında rükudan kalktığı zaman şu duayı okumama yetecek kadar bir süre ayakta durdu:
"Allahım, Rabbi'miz; gökler, yeryüzü ve dilediğin başka bir şey doluşunca hamd Sana mahsustur. Sen her türlü övgüye ve yücelmeye ehilsin. Sen'in verdiğine kimse engel olamaz ve Sen'in engel olduğunu hiç kimse veremez. Sen'in karşında hiçbir varlıklıya varlığı fayda sağlamaz."
(Hakem sözlerine devam ediyor:) "Bu durumu Abdurrah-man b. Ebu Leyla'ya anlattım. Bana şöyle cevap verdi: Be-rae b. Azib'in bana şöyle dediğini hatırlıyorum: "Peygamberimizin rükuu, rükudan başını kaldırınca ayakta duruşu, secdesi ve iki secde arasındaki ayakta duruşu dengeli ve birbirleri ile uyumlu idi." Bu olayı nakledenlerden biri olan Şube de, "Bu durumu Amr b. Murre'ye[36] anlattığımda bana -Abdurrahman b. Ebu Leyla'yı namaz kılarken gördüm, onun namazı öyle değildi? dedi.[37]
Öteyandan Buhari'nin bu hadise yer veren rivayetinde:
"Kıyam ve teşehhüd dışında kalan rükünler dengeli ve birbirleri ile uyumlu idi."[38] ifadesi vardır. Çünkü zamm-ı sure okumak için olan kıyam ve teşehhüd için olan oturma rükünleri tabii ki, diğer rükünlerden daha uzun olur. Fakat Pey-gemberimiz kıyam'ı kısa tutarak diğer rükünleri eksiksiz yaptığı için bütün rükünler dengeli ve birbirleri ile uyumlu oluyordu.
Bu iki rivayetten her biri öbürünü destekler ve doğrular niteliktedir. Çünkü Berae b. Azib, bazı rükünlerin birbirine yakın uzunlukta olduğunu ve bazılarının bu kuralın dışında tutulduğunu belirtirken, birinci kategoriye giren rükünleri belirtmiyor, fakat ikinci kategoriye giren rükünleri belirtiyor. Burada kıyam rüknünü uzatıp rükû ve secde rükünlerini gayet kısa tutan ve böylece arada büyük bir uzunluk farkının meydana gelmesine yolaçan bazı zamane emirlerinin bu dengesizliğe oranla daha birbirine yakın uzunlukta olan rükünlerden sözedilebilirdi.
Demek istediğimizin örneği şudur: Rasulullah bir defasında güneş tutulması üzerine iki rekat namaz kıldı. Bu namazın ilk rekatında Bakara suresi uzunluğunda bir zamm-ı sure okuyarak öyle rükua vardı. Rükuu da kıyamı kadar ve secdesi de rükuu kadar oldu.[39] Bu yüzden diyoruz ki, güneş tutulması namazının rükuu ile secdesinin toplam uzunluğu kıyarn'mın yarıdan fazlasına yakın uzunlukta olur. Gerek bazı dostlarımız ve gerekse başkaları "Bir namazda zamm-ı sure olarak Bakara suresi okunduğu zaman bu namazın rüku ve secdesinde de yüzer ayet okuyacak kadar bir süre teşbih söylenir" diyorlarsa da bu görüş sünnete aykırı zayıf bir görüştür."[40]
Bu arada Müslim'in, Ebu Said Hudri'ye dayanarak bildirdiğine göre:
"Peygamberimiz namazda başını rükudân kaldırdığı zaman Berae ile Enes'in söylediklerini doğrulayacak kadar zikrederdi. Ayrıca Rasulullah'ın nafile namazları da böyle uzun olurdu. O, geceleri yalnız başına nafile kılarken namazını istediği kadar uzatırdı. Bu namazların bir rekatında zamm-ı sure olarak Bakara, Al-i îmran ve Nisa surelerini okurdu. Yine bu namazlarda Kıyam haline yakın uzunlukta rükuda kalır, rükuu kadar uzunlukta, ayakta durur, ayakta durduğu kadar secdede kalır ve ve iki secde arasındaki oturuşu da secdesi kadar olurdu."[41]
Şunu da belirtelim ki, Peygamberimiz tarafından emredilen ve Enes ile diğer sahabiler tarafından kısa olduğu belirtilen bu kıyam rüknü Rasulullah'rn uygulaması ve emri ile açıklığa kavuşturulup sahabilere tebliğ edilmiştir. Peygamberimiz mescidin minberinden namaz kıldırırken:
"Bunu beni Örnek alasınız ve benim namazımın nasıl olduğunu öğrenesiniz diye yaptım."[42] buyurdu ve Malik b. Huveris ile arkadaşına:
"Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılınız." demişti.
Peygamberimizin namaz konusundaki bu titizliğinin ve emrini uygulamalı örnekle açıklamak gereğini duymasının sebebi şudur. Çoğunlukla her iş kendisinden daha uzun bir işe göre kısa ve kendisinden daha kısa bir işe göre uzun olarak nitelenir. Bunun sözlüklerce belirlenmiş bir sınırı yoktur. Öteyandan namazdaki hareketler yün eğirmek, avcılık, çiftçilik ve dokumacılık gibi geleneklerden değildir ki, bunun rükünlerini Örfe baş vurarak sınırlayalım. Tersine o, ibadetlerden biridir. İbadetler nasıl temelde şeriat koyucuya dayanıyorlarsa, nitelik ve miktarları da yine şeriat koyucuya başvurularak belirlenebilir.
Şu da var ki, eğer namazın herhangi bir rüknü veya bu rüknün kısalığı konusunda toplumun örfüne başvurmak caiz olsa, uzunluk ile kısalığın belirli kriterleri olmadığı için çoğu kere kıîmaklı emrolunduğumuz farz namazlarımızda çelişkiye bile varabilen farklılıklar meydana gelirdi. Namaz terimlerinin anlamları ve namazdaki hareketlerin şekli konusunda her asrın, her şehrin, her kabilenin, her yörenin, hatta her mescid çevresinin diğerlerine benzemeyen farklı tutum ve uygulamaları artaya çıkardı. Bu durum da gerek Allah'ın ve gerekse "Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle namaz kılınız." diyen Peygamberimizin emirlerine aykırı olurdu. Çünkü direktif olarak bu sözleri söyleyen Peygamberimiz mesela "Bulunduğunuz çevrenin anlayışı uyarınca veya alışık olduğunuz ölçülere göre kısa kılınız" dememiştir. Hiçbir alimin de böyle dediğini işitmedim. Çünkü böyle bir şey ya fazlaya veya eksiğe düşerek sünnetlerin ölmesine ve şeriatın değişmesine yolaçar. Diğer sahabilerin rivayetleri de aynı gerçeği vurgulamaktadır.
Nitekim Müslim'in, Züheyr'e[43]dayanarak bildirdiğine göre Semmak b. Harb,[44] sahabilerden Cabir b. Semure'ye[45] Peygamberimizin nasıl namaz kıldığını sordu ve ondan şu cevabı aldı; "Peygamberimiz namazı kısa tutardı, o şu adamlar (o günü imamlarını kasdediyor) gibi kılmazdı,[46] Rasu-lullah sabah namazının farzında zamm-ı sure olarak kaf suresi ile benzeri uzunlukta sureleri okurdu."
Yine Müslim'in, Semmak yolu ile rivayet ettiğine göre Cabir b. Abdullah;
"Peygamberimiz Zamm-ı sure olarak öğle namazında "Velleyli iza yağşa, ikindi namazında buna yakın uzunlukta bir sure ve sabah namazında da bundan daha uzun bir sure okurdu"[47] demiştir.
Bu sözler yine Müslim'in, Semmak'e dayanarak naklettiği Cabir b. Semure'nin şu sözlerine açıklık kazandırır niteliktedir; "Peygamberimiz sabah namazının farzında Zamm-ı sure olarak "Kaf suresini okurdu. Daha sonraki namazları kısa olurdu."
Cabir -Allah-u Alem- "Daha sonraki" derken herhalde sabah namazından sonraki vakitleri kasdetmişti. Yani "Peygamberimiz, sabah namazından sonraki namazları sabah namazından daha kısa tutardı" demek istemiştir. Çünkü hem Peygamber Efendimizin namazları kısa tuttuğunu ve hem de sabah namazına Zamm-ı sure olarak "Kaf suresini okuduğunu birlikte söylemiştir.
Bu arada Buhari'de yer aldığına göre Ümm-ü Seleme[48]
"Peygamberimizin veda haccı sırasındaki bir sabah namazında Zamm-ı sure olarak "Tur" suresini okuduğunu işittim. O sırada cemaatın çevresinde dolanarak O'nun Kur'an okuyuşunu dinledim."[49] demiştir.
Bilindiği gibi Peygamberimiz (s.a.v.) Veda Hacc'ından sonra çok az bir evre yaşamıştı. "Tur" suresi de "Kaf' suresine yakın uzunluktadır.
Yine Buhari'de yer aldığına göre îbn-i Abbas "Bir gün anam Ümm-ü Fad[50] "Velmurselati" suresini okuduğumu işitince Yavrum, bu sureyi okuyunca bana Rasulullah'ı hatırlattın, çünkü bu sure Peygamberimizin ağzından en son işittiğim ve bir akşam namazında Zamm-ı sure olarak okuduğu sure idi."[51] demiştir.
Gerek yukardaki hadislerden ve gerekse bunların diğer benzerlerinden anlaşılıyor ki, Peygamberimiz ömrünün son döneminde sabah namazında Zamm-ı sure olarak orta uzan-luktaki surelerden birini okuyordu. Bunun belgeleri çoktur. Bu konuda sözleri bize kadar ulaşan diğer sahabiler görüş birliği halinde Rasulullah'ın sabah namazında öteden beri böyle Zamm-ı sure okuduğunu bildirdikleri ve hiç bir saha-bi O'nun ömrünün sonlarına doğru eskisinden daha kısa şekilde namaz kıldığını.söylemediği için sabah namazında Zamm-ı sure olarak orta uzunlukta bir sure okumanın sünnet olduğu konusunda bütün fıkıh alimleri görüş birliğine varmışlardır.
Sahabilerden Cabir b. Semure "O'nun namazı şu adam-larınki (günün imamlarının namazı) gibi değildi" derken namazı bu anlattığımızdan daha uzun ve daha kısa kıldıran imamları kastediyordu. Yani Rasulullah namazı kısa tutardı, ama bununla birlikte ve bugünün imamlarının rukuu, secdeyi ve rükünler arasındaki fasılayı kırptıkları gibi namazm hiçbir rüknünü kırpmazdı" demek istiyor. Sahabelerden Enes ile Berae'nin sözlerinin vurguladığı gibi Cabir'in bu sözü, o günün emirlerinin (devlet adamlarının) imamlıkları sırasında gerek kıraati (zamm-ı sure okumayı) ve gerekse diğer rükünleri Peygamberimizin yaptığından daha kısa tuttukları anlamına da gelmeyebilir.
Nitekim Müslim'in bildirdiğine göre Ebu Kuz'a[52] diyor ki:
"Bir defasında sahabilerden Ebu Said Hudri'yi görmeye gitmiştim. Yanma vardığımda başı kalabalaktı. Ziyaretçiler dağılınca kendisine "Ben sana şu gidenlerin sordukları meseleleri sormayacağım. Benim senden sormak istediğim şey Peygamberimizin nasıl namaz kıldığıdır" dedim.
Önce bana "Bunu bilmenin sana bir hayrı olmaz" demesine rağmen aynı soruyu tekrar sorunca şunları söyledi; "O zamanlar Peygamberimiz öğle farzına durunca içimizden biri helaya gidip ihtiyacını giderdikten sonra evine varıp ab-dest alarak Mescide döndüğü takdirde namazı ilk rekatta yetişebiliyordu."[53]
Ebu Said'in bu sözlerinden, onun daha sonraki dönemlerde Peygamberimizin zamanından daha kısa şekilde namaz kılındığı görüşünde olduğunu anlıyoruz. Buhari ile Müslim'in bildirdiğine göre de sahabilerden Ebu Berze[54] bu konu ile ilgili olarak "peygamberimizin arkasında sabah namazı kılıp da Mescid'den çıkan herkes yanında kimin namaz kıldığını iyice hatırlardı (Namaz o kadar uzun sürerdi.) Peygamberimiz sabah farzının iki rekatında veya bir rekatında altmış ile yüz arasında değişen sayıda ayet okurdu."[55] demiştir. Ahmed b. Hanbel ile Nesai'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer "Rasuluîlah'ın bize namazları kısa tutmamızı emrettiği olduğu gibi bize "Saffat" suresini Zamm-ı sure olarak okuyarak namaz kıldırdığı da olmuştur."[56]
Bu arada Nesai ile İbn-i Mace'nin, Süleyman b. Yesar'a [57]dayanarak bildirdiğine göre bir defasında sahabiler-den Ebu Hureyre "Arkalarında namaz kıldığım imamlar arasında falanca kadar namazı Peygamberimizin namazına benzeyenini hiç görmedim" dedi. Bu konuşmayı nakleden Süleymen b. Yesar diyor ki: "Ebu Hureyre'nin sözünü ettiği kimse öğle farzının ilk iki rekatını uzatır, son iki rekatını kısa tutardı, ikindi namazını kısa tutardı, akşamın farzında Zamm-ı sure olarak kısa surelerden birini, yatsı farzında orta uzunluktaki surelerden birinini ve sabah farzında da uzun surelerden birini okurdu."[58]
Müslim'in, Ammar b. Yesar'a[59] dayanarak naklettiğine göre Peygamberimizin buyurduğu şu sözler de yukardaki rivayetleri destekler niteliktedir:
"İnsanın namazı uzun tutup hutbeyi kısa kesmesi din bilgisinin derin olduğunu gösterir. Buna göre namazı uzatınız ve hutbeyi kısa kesiniz. Kuşkusuz güzel konuşmada büyüleme gücü vardır."[60]
Burada Peygamberimiz namazı uzun tutmayı kişinin din bilgisinin belirtisi sayarak onu uzatmayı emrettiği görülüyor. Bu emir ya genel olarak bütün namazlarla ilgilidir veya Peygamberimizin bu sözleri ile sadece cuma namazım kasdetmiştir. Eğer bu emir genel karakterli ise söylenecek bir şey yok. Fakat eğer bu emirle sadece cuma namazı kas-dedİlmiş ise, bu namazdaki cemaatın diğer namazlardakin-den daha kalabalık olduğu ve bu kalabalık arasına güçsüzlerin, yaşlıların ve sıkışmışların bulunabileceğini, üstelik bu namazın iki hutbenin arkasından ve günün en sıcak saatlerinde kılındığı gözönüride tutulunca sabah ve benzeri serin saatlerde ve nisbeten az sayıda cemaatle kılınan namazların haydi haydi uzun tutulacağı sonucu çıkar.
Bu açıklamayı yapmamızın sebebi şudur. Az yukarda sa-habilerden Enes'in, Peygamberimizin namazını takdir ettiğini belirtmiştik. Düşündük ki bu iki hadisi işiten kimse bunların arasında çelişki olduğunu sanabilir veya bazı kimseler bu hadislerdin birini görmezlikten gelip öbürüne sarılabilir ve sarıldığı hadisin manasını anlayabilir.
Sözlerimizin burasında bir kaç sayfa önce yer verdiğimiz sahabilerden Enes'in rivayet ettiği şu hadisi tekrar ele alalım:
"Kendi kendinize görevlerinizi ağırlattırmayınız, yoksa Allah da size ağır görevler yükler. Çünü sizden önceki bazı kavimler kendilerine ağır görevler yükledikleri için Allah da onlara ağır görevler yükledi. Şimdi manastırlarda ve kilise köşelerinde gördüğünüz kimseler işte o kavimlerin kalıntılarıdır. Onlar daha önce Allah'ın üzerlerine yazmamış olduğu ruhbanlığı kendileri uydurdular."
Görüldüğü gibi bu hadiste Peygamberimiz, şeriata eklemeler yaparak dini zorlaştırmayı yasaklıyor. Bu ağırlaştırma, bazan vacip veya müstehap olmayan ibadetleri vacip veya müstehap sayarak ve kimi zaman da haram veya mekruh olmayan şeyleri haram veya mekruh sayarak olur. Peygamberimiz bu yasaklamanın gerekçesini belirtirken vaktiyle kendilerine ağır görevler yüklemenin hristiyanlara daha sonra Allah'ın da ağır görevler yüklediğini ve sonunda işin bu gün gelenekleştirdikleri ve kendi uydurmaları olan ruhbanlığa kadar vardığını anlatıyor. [61]
Sıratı Mustakim
Bu ümmetin içinden bazıları, hatta alim ve dindar olarak bilinen bazı kimseler, yahudilerin niteliklerinden bazı paylar almışlardır. Basiret sahibi olanlar bu gerçeği görebilirler. Allah'ın Rasulullah'ın hoşlanmadığı bütün niteliklere bulaşmaktan yine Allah'a sığnınz. Bu böyle olduğu için ilk dönem müslümanları sürekli çevrelerindekileri bu tehlike konusunda uy arıyorlardı. Nitekim Buhari'nin, Ebu Esved'e[1] dayanarak belirttiğine göre Ebu Musa, ÎSasra'İı Kur'an okuyucularına elçi olarak gönderilmişti. Basra'ya varınca üçyüz Kur'an okuyucusu gelip Kur'an okudu. Ebu Musa bir ara onlara şunları söyledi:
"Sizler Basra'nın seçkinleri ve Kur'an okuyucularısınız. Kur'an'i sık sık okuyunuz, uzun süre ara verip, kalble-rinizin katılaşmasına meydan vermeyiniz. Tıpkı sizden öncekilerin kalblerinin karardığı gibi. Bizler vaktiyle uzunluk ve şiddet bakımından Beraet suresine benzettiğimiz bir sure okuduk, fakat şimdi onu. unuttum. Yalnız onun şu kadarı aklımda kaldı. -İnsanoğlunun iki vadi dolusu altım olsa üçüncüsünü ister, onun karnım ancak toprak doldurur. Ayrıca aramızda Sebaha surelerinden birine benzettiğimiz başka bir sure de okuyorduk. Onu da unuttum, fakat şu kadarı aklımda kaldı:
"Ey müminler, yapmadığınız şeyi niye söyler siniz? Bu sözünüz belge olarak boynunuza yazılır da sonra Kıyamet günü ondan sorguya çekilirsiniz."[2]
Görüldüğü gibi sahabilerden Ebu Musa, Basra'lı Kur'an okuyucularım uzun süre Kur'an okumaya ara verip, kalble-rinin katılışması tehlikesi karşısında uyarmaktadır.
Bilindiği gibi "Allah'a verilen sözü bozma, tutmama" kavramı, Allah'ın emir ve yasaklarım çiğneme, Allah'ın kitabındaki kelimelerin yerlerini değiştirme, bu kitabın sözlerini başkalaştırıp yanlış şekilde yorumlama eylemlerini tümü ile içerir. İşte bu konuda ünlü tefsir bilgini Hafız İbn-i Kesir'in, sahabilerden İbn-i Mesud'a dayanarak Hadid suresinin tefsiri sırasında naklettiği şu belgeyi sunuyorum. İb-ni Kesir diyor ki:
A'meş'in anlattığına göre Ebu Amile Ferazi[3] dedi ki;
"Abdullah îbn-i Mesud: bir defasında bize öyle bir konuşma yaptı ki, Kur'an ve Peygamberimizin sözlerinden başka bu kadar önemli bir konuşma o güne kadar hiç dinlememiştim, îbn-i Mesud şöyle dedi:
"İsrailoğulları, uzunca bir süre Allah'ın kitabından uzaklaşınca kalbleri katılaştı, arkasından kendi kendilerine gönüllerinin arzu ettiği ve nefislerinin hoşuna giden bir kitab uydurdular. Çünkü, Allah'ın indirdiği gerçekler bir çok arzularına engel oluyordu. Bu yüzden Allah'ın kitabını bilmezlikten gelerek onu arkalarına attılar.
Bu işin öncüleri aralarında Önce şöyle dediler: "Bu yeni kitabı israiloğultarına sununuz, eğer çağrılarınıza uyarlarsa onları serbest bırakınız, yok eğer size karşı çıkarlarsa onları öldürünüz." Fakat daha sonra aralarında şöyle söz bağladılar: "Hayır, öyle olmaz. Böyle yapacağımıza falanca tanınmış alime haber salarak bu yeni kitabı ona sununuz. Eğer o alim bu kitabı benimserse, artık hiç kimse size karşı çıkmaz. Fakat eğer o adam size karşı çıkarsa kendisini hemen öldürünüz ki, ondan sonra artık hiç kimse size karşı gelmez."
Bu konuşma üzerine sözünü ettikleri bilgine bir heyetle yeni kitablannı gönderdiler. Olup bitenleri önceden eline bir kağıt alarak Allah'ın gerçek kitabını üzerine yazdı ve astı ve elbiselerinin altına sakladı.
Bir süre sonra yola çıkmış olan heyet yanına gelerek uydurulan kitabı sundu ve kendisine:
"Bu kitaba inanıyor musun?" diye sordular. Adam da onları eli ile göğsüne işaret ederek ve içinden boynuzun içine sakladığı gerçek kitabı kasdederek:
"Bu kitaba tabii ki, inanıyorum, ona niye inanmayayım?" diye cevap verdi. Bunun üzerine heyet kendisine ilişmedi, onu serbest bıraktılar.
Bu bilginin kendisine çok bağlı bir kaç adamı vardı. Bilgin ölünce bunlar mezarını açarak boynunda asılı duran hayvan boynuzunu gördüler. Arkasından da boynuzu açınca içinde saklanan gerçek kitabı buldu'ar. Bu durumu görünce "Demek ki O, -Bu kitaba tabii ki inanıyorum, ona niye inanmayayım? derken uydurmacıların getirdikleri kitabı değil, bu kitabı kasdetmişti." dediler.
Bu kitab uydurma olayı yüzünden israiloğulları aralarında anlaşmazlığa düşerek yetmiş küsur guruba ayrıldılar. Bu gurupların en iyisi, işte bu boynuzda saklanan gerçek ilahi kitab yüzünden "Zülkam (boynuzlular)" adını alan guruptur.
"İçinizden, bizden sonra yaşayacak olanlarınız bir takım eğri işler ve kötülükler göreceklerdir. Bu kötülükleri görecek olup da onları elleri ile bilfiil değiştirmeye gücü yetmeyecek olanların kalblerinde bu kötülüklere karşı nefret duyduklarını Allah'ın bilmesi onlar için yeterli bir tepkidir."[4]
Cenab-ı Allah (c.c) yukardaki ayetlerin ilkinde söz konusu "Iralbleri katılaşanlar" a benzernemizi yasakladıktan sonra kendi kafalarından ruhbaniyet (dünyadan el-etek çekip ibadete kapanma) icad edip, sonra da buna gerçek anlamı ile uymayanların durumunu açıklıyor, arkasından da buyruğunu şu ayetlerle noktalıyor:
"Ey müminler, Allah'dan korkunuz, Rasulullah'a itaat ediniz ki, o size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığı altında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi affetsin. Allah af ve merhamet edicidir."
Ehl-i Kitab bilsinler ki, kendi kendilerine Allah'ın lütfü uda n bir şey elde etmeye güçleri yetmez. Hiç şüphesiz lütuf ve kerem Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir." (Hadid: 57/28-29)
Ayette emredilen "Rasulullah'a itaat" O'na inanıp söylediklerini yapmak ve getirdiği şeriate uymaktır. Bu görev, "ruhbanlık" tan kaçınmayı da içerir. Çünkü o böyle bir prensip getirmedi, tersine bunu yasakladı. Ayrıca bu ayetlerde Peygamberimize uyan kitab ehlinin cevabının iki kat olacağı da bildiriliyor. Bu konuda İbn-i Ömer ve başka sahabiler kanalı ile gelen ve ehl-i kitab ile bizim durumumuzu karşılaştırmalı olarak açıklayan hadisler vardır.
Şimdi ruhbanlık konusu ile ilgili bir hadisi gözden geçirelim. Ebu Davud'un, Said b. Abdurrahman'a[5] dayanarak bildirdiğine göre bir gün Sehl b. Ebu Ümame[6]babası ile birlikte Medine'de sahabilerden Enes b. Malik'i ziyarete gittiler. Enes b. Malik bir ara onlara Peygamberimizin şöyle buyurmuş oduğunu nakletti:
"Kendi kendinize görevlerinizi ağırlaşürmayınız, yoksa Allah da size ağır görevler yükler. Çünkü sizden Önceki bazı kavimler kendilerine ağır görevler yükledikleri için Allah da onlara ağır görevler yükledi. Şimdi manastırlarda ve kilise köşelerinde gördüğünüz kimseler işte o kavimlerin kalıntılarıdır. Onlar daha önce Allah'ın üzerlerine yazmamış olduğu ruhbanlığı kendiliklerinden uydurmuşlardır."[7]
Yine aynı hadisin farklı bir rivayet şekline göre bir da-fasmda Sehl b. Ümame babası ile birlikte Medine'de Enes b. Malik'i ziyarete gittiler. O sırada Ömer b. Abdülaziz,[8] Medine emiri idi. Bir ara Enes b. Malik namaza katıldı. Kıldığı namaz bir yolcu namazı ve buna yakın derecede kısa ve çabuktu. Selam verince kendisine:
"Allah iyiliğini versin, şu kıldığın namaz, farz namazı mı, yoksa nafili mi?" diye sordular, O da bu soruya:
"Kıldığım namaz, farz namazı idi ve Peygamberimizin kıldığı gibi bir namazdı" diye karşılık verdikten sonra sözlerine Peygamberimizin şu hadisi ile devam etti:
"Kendi kendinize görevlerinizi ağırşlaştırmaymiz, yoksa Allah da size ağır görevler yükler. Çünkü sizden önceki bazı kavimler kendilerine ağır yükler yükledikleri için Allah da onlara ağır görevler yükledi. Şimdi manastırlarda ve kilise köşelerinde gördüğünüz kimseler işte o kavimlerin kalıntılarıdır. Onlar daha önce Allah'ın üzerlerine yazmamış olduğu ruhbanlığı kendiliklerinden uydurmuşlardır."
"Ertesi günü sabahleyin Ömer b. Abdülaziz, Enes b. Malik'e:
"Birlikte ata binip bir gezintiye çıkalım ve göreceğimiz manzaralardan ibret alalım mı?" diye sordu. Enes b. Malik'in evet demesi üzerine geziye çıktılar. Birara ıssız bir harabe yığını ile karşılaştıklarında Ömer Abdulaziz Enes b. Malik'e:
"Burası neresi biliyor musunuz?" diye sordu. Enes de kendisine şu cevabı verdi:
"Evet, Peygamberimizin bana burası ve buranın halkı hakkında verdiği bilgiye göre bu yörenin eski yerlileri zulüm ve kıskançlıkları yüzünden Allah tarafından helak edildiler. Kıskançlık iyi amellerin nurunu söndürür zulüm de bu kıskançlığı ya onaylar veya reddeder. Öte yandan hem göz hem el hem ayak vücudun tümü ve hem de dil zina işler. Cinsiyet organı bu zina arzularını ya onaylar veya reddeder."
Bu hadisin rivayet zincirinde adı geçen Sehl b. Ebu Ümame, hadis bilgini Yahya b. Main ve başkaları tarafından "güvenilir" olarak kabul edilmiş, Müslim'le birlikte diğer kaynaklarda rivayet etiği hadislere yer verilmiş olan bir kimsedir. Yine bu rivayet zincirinin bir başka halkası olan İbn-i Ebu Amma'ya gelince Beytülmukaddes'li olan bu zat hakkında ayrıntılı bilgim yoktur. Fakat bu hadise kitabında yer veren Ebu Davud'un bu zat hakkında hiçbir şey söylememesi onu iyi gördüğü anlamına gelir. Bu hadiste Peygamberimizin namaz kılma şeklinde "kısa ve çabuk" olarak nitelendirilmiş olması meselesine gelince, Buharı ile Müslim'de yer aldığına göre yine Enes b. Malik bu konuda:
"Peygamberimiz kısa ve eksiksiz şekilde namaz kılardı"[9] demiştir. Yine bu sahabinin Buharı ile Müslim'de bu konudaki şu sözlerine yer verilmiştir:
"Ömrümde hiçbir imamın arkasında Rasulullah'ın arkasındaki kadar kısa ve eksiksiz bir namaz kılmış değilim." Buhari'nin yer verdiği rivayette fazla olarak şu sözler de vardır:
"Peygamberimiz namaz kıldırırken ağlayan bir çocuk sesi duyunca çocuğun anasının kafası karışmasın diye namazı çabuklaştırırdı."[10]
Enes b. Malik'in söylediği Peygamberimizin namazı kısa ve çabuk kılması olayı, bazı emirlerle diğer bir kısım imamların yaptıkları Kıyam'a oranladır. Bu kimseleri bazıları Kıyam halini Rasulullah'ın çoğu vakitlerde yaptığından daha fazla uzatırken rüküu, secdeyi ve rükünler arası fasılayı Peygamberimizin çabuklukla yaptığından daha kısa tutarlardı. Hatta denebilir ki, namaz kıldıran imamların çoğunluğu veya bir çoğu namazları böyle kılar oldular. Bu arada bu imamlar arasında dört rekatli farzların son iki rekatında zamm-ı sure okuyanlara da rastlanmış. Bu çeşitli uygulamalar fıkıh alimleri arasında zaman zaman farklı mezheplere dönüşmüştür.
Öteyandan Hariciler de dini konularda detaylara ve zorluklara dalarak vaktiyle Peygamberimizin böylelerini tanımlarken söylediği şu sözlerin canlı örneği haline geldiler:
"İçinizden biri onların namazına göre kendi namazını ve onların orucuna göre kendi orucunu küçümser hale gelecektir."[11]
Bu yüzden Ali, Basra'da ilk defa namaz kıldırınca saha-bilerden İmran b. Husayn[12]"Bu namaz bana Peygamberimizin namazlarını hatırlattı" demiştir. Peygamberimizin namazı dengeli idi. O kıyam (ayakta durma) ve Kuud (oturma) safhalarını kısa tutarken rüku ve secdeleri uzun tutardı. İmran b. Husayn'in, Ali'nin namazı ile ilgili olarak söylediği yukardaki söz, bu konuda Enes b. Malik'in söylediklerini açıklayıcı ve destekleyici niteliktedir.
Nesai'nin, Attaf b. Halid'e[13]dayanarak bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem[14] şöyle dedi:
"Bir gün Enes b. Malik'i ziyarete gittik. Bize: "Namaz kılacak mısınız?" diye sordu. Kendisine: "Evet kılacağız" diye cevap vermemiz üzerine hizmetçisine dönerek:
"Ya cariye, çabuk abdest suyumu getir. Çünkü sizin bu imamınızın (Ömer b. Abdülaziz'i kasdediyor) namazı kadar Peygamberimizin namazına benzer şekilde namaz kıldıran imama hiç rastlamadım" dedi. Ömer b. Abdülaziz namaz kılarken rüku ve secdeleri uzun tutar, bunun yanında kıyam ve kuud safhalarını kısa tutardı.[15]
Bu hadis sahih bir hadistir. Çünkü bu hadisin rivayet halkalarından bîrini meydan getiren Attaf b. Halid Mahzu-mi hakkında hadis bilgini Yahya b. Main bir kaç kere "O güvenilir bir ravidir" dedi. Ahmed b. Hanbel de onunla ilgili olarak "O Mekke'li, güvenilir bir şahsiyettir, rivayetleri sahihtir kendisinden yüz kadar hadis rivayet edildi" derken Îbn-Adiy de ondan söz ederken "O yüze yakın hadis rivayet ediyor. Kendisinden hadis nakleden kimsenin güvenilir olduğu durumlarda hiç bir hadisini tereddütle karşılamadım."[16] diye konuşmuştur.
Ebü Davud ile Nesai'nin, Said b. Cübeyr'e[17] dayanarak bildirdiklerine göre Enes b. Malik aynı konuda şunları söylemiştir:
"Şimdiye kadar bu delikanlının (Ömer b. Abdülaziz'i kas-dediyor) arkasında kıldığım namaz kadar Peygamberimizin namazına benzeyen bir namaz hiç kılmış değilim." Said b. Cübeyr, bu konudaki sözlerini:
"O (yani Ömer b. Abdülaziz) rükua varınca on kere sub-hanrabbiyelazim" ve secdedeyken de on kere subhanerab-biyelala diyebiliyorduk" diye bağladı."[18]
Yine bu konuda Müslim'in, Sabit'e dayanarak bildirdiğine göre Malik b. Enes şöyle demiştir:
"Hiç kimsenin arkasında Peygamberimizin arkasında olduğu kadar veciz ve eksiksiz bir namaz kılmış değilim. Peygamberimizin namazı ölçülü ve dengeli idi. Ebu Bekir'in namazı da ölçülü ve dengeli idi. Ömer zamanı gelince o sabah namazını uzatmaya başladı. Peygamberimiz -se-miallahu limenhamideh derken bize -galiba şaşırdı- dedirtecek kadar ayakta durur ve arkasından secdeye vardıktan sonra iki secde arasında yine -galiba şaşırdı- dememize yo-laçacak kadar otururdu,"[19]
Yine aynı konuda Ebu Davud'un, Sabit ve Humeyd'e dayanarak bildirdiğine göre Enes b. Malik şöyle dedi:
"Hiç kimsenin arkasında Peygamberimizin arkasında olduğu kadar veciz ve eksiksiz bir namaz kılmış değilim. Peygamberimiz-semiallahu limen hamiden derken- -galiba şaşırdı- dememize yolaçacak kadar bir süre ayakta durur, arkasından tekbir alıp secdeye varırdı. İki secde arasında da -galiba şaşırdı- dememize yolaçacak kadar otururdu."[20]
Görüldüğü gibi Enes b. Malik bu sağlam kaynaklı sözlerinde Peygamber Efendimizin namazının hem veciz ve hem de tamam (eksiksiz) olduğunu belirtiyor. Açıkladığına göre onun Peygamberimizin namazının tam (eksiksiz) olduğunu söylerken kasdettiği şey iki rükün arasında verilen fasılaların uzatılmasıdır. Bir önceki rivayette de "Peygamberimizin namazı kadar veciz ve tam (eksiksiz) hiçbir namaz görmediğini" söylemişti. Allah-u Alem onun bu sözlerindeki ve-cizlik (kısalık) kıyam safhası ile ve tamamlık (eksiksizlik) rüku ve sticud safhaları ile ilgilidir. Çünkü kıyam safhası ancak tam (eksiksiz) olarak yapılabilir, başka türlüsü mümkün değildir. Bu yüzden tamamlılıkla (eksiksiz olmakla) nitelendirilmesi anlamsız olur. Fakat rüku, secde ve rükunlar arasında fasılalarda durum böyle değildir. Ayrıca kıyam safhası kısa, buna karşılık rüku ve secdeler uzun tutulunca namaz dengeli ve ölçülü olacağı için tam (eksiksiz) olur ve o zaman da Enes b. Malik'in "Onun gibi kısa ve eksiksizini hiç görmedim" şeklindeki sözü anlam ve gerçeklik kazanmış olur.
Enes b. Malik'in bu konu ile ilgili olarak rivayet ettiği hadislerin tümü Peygamber Efendimizin rükuu, secdeyi ve iki rükün arasında verilen fasılayı daha sonraki imamların çoğunluğundan daha uzun tuttuğunu gösteriyor. Bu konudaki diğer sağlam rivayetler de aynı şeyi pekiştiriyor.
Buhari ile Müslim'de belirttiğine göre Sabit şöyle diyor: "Enes b. Malik'in -Peygamberimizin bize kıldırdığı namazın aynısını size tarif etmek için elimden geleni yapacağım-dediğini işitmiştim. Onun namaz kılarken yaptığım sizin yaptığınızı görmüyorum. O rükudan kalkınca dimdik ayakta dururdu. Öyle ki, görenler -Bu adam ne yapacağım unuttu- derlerdi. Secdeden başını kaldırdığı zaman da bize -Bu adam ne yapacağını unuttu- dedirtecek kadar otururdu."[21]
Buhari'nin yine Sabit'e dayanarak belirttiğine göre "Enes b. Malik, çevresindekilere Peygamberimizin nasıl namaz kıldığım tarif ederdi. Namaz kılarken de rükudan başını kaldırınca bize -Bu adam ne yacağını unuttu- dedirtecek kadar ayakta dururdu."[22]
Bu rivayetlerden açıkça anlaşılıyor ki, Peygamberimiz kı-raat'ı (zamm-ı sure okumayı) kısa tutarak namazı kısaltır-dı.[23] Gerçi bu tutum, kıraat safhası ile uyuşacak uzunlukta rükuu ve secdeyi de gerektirirdi. Bu yüzden Enes b. Malik "Onun namazı dengeli ve ölçülü idi" diyor, yani rükünleri arasında uzunluk ve kısalık bakımından Ölçü ve uyum vardı.
Enes gerçekten doğru söylüyor. Çünkü Peygamberimiz sabah namazının iki rekatlık farzında zamm-ı sure olarak altmış ile yüz sayısı arasında değişen miktarda ayet okurdu.[24] Daha da açıklarsak bu iki rekatta genellikle "Elif lam tenzil", "Hel Eta", "Saffat" ve "Kaf' gibi sureleri, bazan bunlardan biraz daha uzunlarını ve kimi zaman da daha kısalarını okurdu.[25] Ömer ise "Yunus, "Hud" ve "Yusuf surelerini okurdu. Herhalde kendisi arkasında namaz kılanların böylesini tercih ettiklerini biliyordu.
Bildirildiğine göre sahabilerden Muaz b. Cebel, bir defasında yatsı namazını Peygamberimizin arkasında kıldıktan sonra Küba mescidine giderek orada Amr b. Avf oğullarına imam olup namaz kıldırdı. Kıldırdığı bu namazda zamm-ı sure olarak "Bakara" suresini okudu. Bunu haber alan Peygamberimiz yaptığına kızarak kendisine şu sözleri söyledi:
"Ya Muaz, sen kargaşalık (fitne) mi çıkarmak istiyorsun? Halka imam olduğun zaman namazını kısa tut. Çünkü arkanda yaşlılar, güçsüzler ve sıkışık durumu olanlar bulunabilir. "Sebbih isme Rabbikelala", "Veş-şemsi ve duhaha" ve benzeri sureleri okuyumaz miydin?"[26]
Peygamberimizin burada Muaz'a ve dolasıyla diğer namaz kıldıran imamlara emrettiği kısalık, kendisinin uyguladığı kısalık idi. Zira O, Enes'in dediği gibi "En kısa ve eksiksiz şekilde namaz kılan kimse idi" ve ümmetine de:
"Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılınız"[27] buyurmuştu.
Şunu da belirtmemiz gerekir ki, cemaatın namazın uzatılmasını istedikleri durumlarda bundan daha uzun şekilde namaz kıldırmak yerinde bir harekettir. Nitekim Peygamberimizin akşam namazında "Tur" suresini okuduğu zamanlar olmuştur.[28] Buna karşılık bundan da kısa şekilde namaz kıldırmayı gerektirecek durumlarda imamın öyle yapması gerekir. Tıpkı Peygamberimizin çocukların ağladığı ve benzeri durumlarda yaptığı gibi.
Açıkça anlaşılıyor ki, Enes'in naklettiği hadisler namazda rüku ve secdeleri çok kısa tutanlarla kıyam safhasını çok uzatanların tutumuna karşı olmayı içeriyor. Enes'in anlattığı ve diğer sahabilerin belirttiği nokta budur.
Nitekim Müslim ile Ebu Davud'un, Abdurrahman b. Ebu Leyla'ya[29] dayanarak bildirdiklerine göre sahabilerden Bera b. Azib[30] bu konuda şunları söylüyor:
"Peygamberimizin (s.a.v.) nasıl namaz kıldığını uzun zaman gözetledim. Onun kıyamı'mn, rükuunun, rükudan sonra ayakta duruşunun, secdesinin, iki secde arasındaki oturuşunun ve selamla namazdan ayrılma arasındaki oturuşunun birbiri ile uyumlu ve dengeli olduğunu gördüm."[31]
Müslim'in, Şu'be'ye[32] dayanarak bildirdiğine göre Hakem[33] şöyle bir olay anlatıyor:
"Bir ara Zemin b. Esas[34]adında biri Küfe valisi oldu ve Ebu Ubeyde b. Abdullah'a halka namaz kıldırmasını emretti. Ebu Ubeyde b. Abdullah[35] da kıldırdığı namaz sırasında rükudan kalktığı zaman şu duayı okumama yetecek kadar bir süre ayakta durdu:
"Allahım, Rabbi'miz; gökler, yeryüzü ve dilediğin başka bir şey doluşunca hamd Sana mahsustur. Sen her türlü övgüye ve yücelmeye ehilsin. Sen'in verdiğine kimse engel olamaz ve Sen'in engel olduğunu hiç kimse veremez. Sen'in karşında hiçbir varlıklıya varlığı fayda sağlamaz."
(Hakem sözlerine devam ediyor:) "Bu durumu Abdurrah-man b. Ebu Leyla'ya anlattım. Bana şöyle cevap verdi: Be-rae b. Azib'in bana şöyle dediğini hatırlıyorum: "Peygamberimizin rükuu, rükudan başını kaldırınca ayakta duruşu, secdesi ve iki secde arasındaki ayakta duruşu dengeli ve birbirleri ile uyumlu idi." Bu olayı nakledenlerden biri olan Şube de, "Bu durumu Amr b. Murre'ye[36] anlattığımda bana -Abdurrahman b. Ebu Leyla'yı namaz kılarken gördüm, onun namazı öyle değildi? dedi.[37]
Öteyandan Buhari'nin bu hadise yer veren rivayetinde:
"Kıyam ve teşehhüd dışında kalan rükünler dengeli ve birbirleri ile uyumlu idi."[38] ifadesi vardır. Çünkü zamm-ı sure okumak için olan kıyam ve teşehhüd için olan oturma rükünleri tabii ki, diğer rükünlerden daha uzun olur. Fakat Pey-gemberimiz kıyam'ı kısa tutarak diğer rükünleri eksiksiz yaptığı için bütün rükünler dengeli ve birbirleri ile uyumlu oluyordu.
Bu iki rivayetten her biri öbürünü destekler ve doğrular niteliktedir. Çünkü Berae b. Azib, bazı rükünlerin birbirine yakın uzunlukta olduğunu ve bazılarının bu kuralın dışında tutulduğunu belirtirken, birinci kategoriye giren rükünleri belirtmiyor, fakat ikinci kategoriye giren rükünleri belirtiyor. Burada kıyam rüknünü uzatıp rükû ve secde rükünlerini gayet kısa tutan ve böylece arada büyük bir uzunluk farkının meydana gelmesine yolaçan bazı zamane emirlerinin bu dengesizliğe oranla daha birbirine yakın uzunlukta olan rükünlerden sözedilebilirdi.
Demek istediğimizin örneği şudur: Rasulullah bir defasında güneş tutulması üzerine iki rekat namaz kıldı. Bu namazın ilk rekatında Bakara suresi uzunluğunda bir zamm-ı sure okuyarak öyle rükua vardı. Rükuu da kıyamı kadar ve secdesi de rükuu kadar oldu.[39] Bu yüzden diyoruz ki, güneş tutulması namazının rükuu ile secdesinin toplam uzunluğu kıyarn'mın yarıdan fazlasına yakın uzunlukta olur. Gerek bazı dostlarımız ve gerekse başkaları "Bir namazda zamm-ı sure olarak Bakara suresi okunduğu zaman bu namazın rüku ve secdesinde de yüzer ayet okuyacak kadar bir süre teşbih söylenir" diyorlarsa da bu görüş sünnete aykırı zayıf bir görüştür."[40]
Bu arada Müslim'in, Ebu Said Hudri'ye dayanarak bildirdiğine göre:
"Peygamberimiz namazda başını rükudân kaldırdığı zaman Berae ile Enes'in söylediklerini doğrulayacak kadar zikrederdi. Ayrıca Rasulullah'ın nafile namazları da böyle uzun olurdu. O, geceleri yalnız başına nafile kılarken namazını istediği kadar uzatırdı. Bu namazların bir rekatında zamm-ı sure olarak Bakara, Al-i îmran ve Nisa surelerini okurdu. Yine bu namazlarda Kıyam haline yakın uzunlukta rükuda kalır, rükuu kadar uzunlukta, ayakta durur, ayakta durduğu kadar secdede kalır ve ve iki secde arasındaki oturuşu da secdesi kadar olurdu."[41]
Şunu da belirtelim ki, Peygamberimiz tarafından emredilen ve Enes ile diğer sahabiler tarafından kısa olduğu belirtilen bu kıyam rüknü Rasulullah'rn uygulaması ve emri ile açıklığa kavuşturulup sahabilere tebliğ edilmiştir. Peygamberimiz mescidin minberinden namaz kıldırırken:
"Bunu beni Örnek alasınız ve benim namazımın nasıl olduğunu öğrenesiniz diye yaptım."[42] buyurdu ve Malik b. Huveris ile arkadaşına:
"Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılınız." demişti.
Peygamberimizin namaz konusundaki bu titizliğinin ve emrini uygulamalı örnekle açıklamak gereğini duymasının sebebi şudur. Çoğunlukla her iş kendisinden daha uzun bir işe göre kısa ve kendisinden daha kısa bir işe göre uzun olarak nitelenir. Bunun sözlüklerce belirlenmiş bir sınırı yoktur. Öteyandan namazdaki hareketler yün eğirmek, avcılık, çiftçilik ve dokumacılık gibi geleneklerden değildir ki, bunun rükünlerini Örfe baş vurarak sınırlayalım. Tersine o, ibadetlerden biridir. İbadetler nasıl temelde şeriat koyucuya dayanıyorlarsa, nitelik ve miktarları da yine şeriat koyucuya başvurularak belirlenebilir.
Şu da var ki, eğer namazın herhangi bir rüknü veya bu rüknün kısalığı konusunda toplumun örfüne başvurmak caiz olsa, uzunluk ile kısalığın belirli kriterleri olmadığı için çoğu kere kıîmaklı emrolunduğumuz farz namazlarımızda çelişkiye bile varabilen farklılıklar meydana gelirdi. Namaz terimlerinin anlamları ve namazdaki hareketlerin şekli konusunda her asrın, her şehrin, her kabilenin, her yörenin, hatta her mescid çevresinin diğerlerine benzemeyen farklı tutum ve uygulamaları artaya çıkardı. Bu durum da gerek Allah'ın ve gerekse "Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle namaz kılınız." diyen Peygamberimizin emirlerine aykırı olurdu. Çünkü direktif olarak bu sözleri söyleyen Peygamberimiz mesela "Bulunduğunuz çevrenin anlayışı uyarınca veya alışık olduğunuz ölçülere göre kısa kılınız" dememiştir. Hiçbir alimin de böyle dediğini işitmedim. Çünkü böyle bir şey ya fazlaya veya eksiğe düşerek sünnetlerin ölmesine ve şeriatın değişmesine yolaçar. Diğer sahabilerin rivayetleri de aynı gerçeği vurgulamaktadır.
Nitekim Müslim'in, Züheyr'e[43]dayanarak bildirdiğine göre Semmak b. Harb,[44] sahabilerden Cabir b. Semure'ye[45] Peygamberimizin nasıl namaz kıldığını sordu ve ondan şu cevabı aldı; "Peygamberimiz namazı kısa tutardı, o şu adamlar (o günü imamlarını kasdediyor) gibi kılmazdı,[46] Rasu-lullah sabah namazının farzında zamm-ı sure olarak kaf suresi ile benzeri uzunlukta sureleri okurdu."
Yine Müslim'in, Semmak yolu ile rivayet ettiğine göre Cabir b. Abdullah;
"Peygamberimiz Zamm-ı sure olarak öğle namazında "Velleyli iza yağşa, ikindi namazında buna yakın uzunlukta bir sure ve sabah namazında da bundan daha uzun bir sure okurdu"[47] demiştir.
Bu sözler yine Müslim'in, Semmak'e dayanarak naklettiği Cabir b. Semure'nin şu sözlerine açıklık kazandırır niteliktedir; "Peygamberimiz sabah namazının farzında Zamm-ı sure olarak "Kaf suresini okurdu. Daha sonraki namazları kısa olurdu."
Cabir -Allah-u Alem- "Daha sonraki" derken herhalde sabah namazından sonraki vakitleri kasdetmişti. Yani "Peygamberimiz, sabah namazından sonraki namazları sabah namazından daha kısa tutardı" demek istemiştir. Çünkü hem Peygamber Efendimizin namazları kısa tuttuğunu ve hem de sabah namazına Zamm-ı sure olarak "Kaf suresini okuduğunu birlikte söylemiştir.
Bu arada Buhari'de yer aldığına göre Ümm-ü Seleme[48]
"Peygamberimizin veda haccı sırasındaki bir sabah namazında Zamm-ı sure olarak "Tur" suresini okuduğunu işittim. O sırada cemaatın çevresinde dolanarak O'nun Kur'an okuyuşunu dinledim."[49] demiştir.
Bilindiği gibi Peygamberimiz (s.a.v.) Veda Hacc'ından sonra çok az bir evre yaşamıştı. "Tur" suresi de "Kaf' suresine yakın uzunluktadır.
Yine Buhari'de yer aldığına göre îbn-i Abbas "Bir gün anam Ümm-ü Fad[50] "Velmurselati" suresini okuduğumu işitince Yavrum, bu sureyi okuyunca bana Rasulullah'ı hatırlattın, çünkü bu sure Peygamberimizin ağzından en son işittiğim ve bir akşam namazında Zamm-ı sure olarak okuduğu sure idi."[51] demiştir.
Gerek yukardaki hadislerden ve gerekse bunların diğer benzerlerinden anlaşılıyor ki, Peygamberimiz ömrünün son döneminde sabah namazında Zamm-ı sure olarak orta uzan-luktaki surelerden birini okuyordu. Bunun belgeleri çoktur. Bu konuda sözleri bize kadar ulaşan diğer sahabiler görüş birliği halinde Rasulullah'ın sabah namazında öteden beri böyle Zamm-ı sure okuduğunu bildirdikleri ve hiç bir saha-bi O'nun ömrünün sonlarına doğru eskisinden daha kısa şekilde namaz kıldığını.söylemediği için sabah namazında Zamm-ı sure olarak orta uzunlukta bir sure okumanın sünnet olduğu konusunda bütün fıkıh alimleri görüş birliğine varmışlardır.
Sahabilerden Cabir b. Semure "O'nun namazı şu adam-larınki (günün imamlarının namazı) gibi değildi" derken namazı bu anlattığımızdan daha uzun ve daha kısa kıldıran imamları kastediyordu. Yani Rasulullah namazı kısa tutardı, ama bununla birlikte ve bugünün imamlarının rukuu, secdeyi ve rükünler arasındaki fasılayı kırptıkları gibi namazm hiçbir rüknünü kırpmazdı" demek istiyor. Sahabelerden Enes ile Berae'nin sözlerinin vurguladığı gibi Cabir'in bu sözü, o günün emirlerinin (devlet adamlarının) imamlıkları sırasında gerek kıraati (zamm-ı sure okumayı) ve gerekse diğer rükünleri Peygamberimizin yaptığından daha kısa tuttukları anlamına da gelmeyebilir.
Nitekim Müslim'in bildirdiğine göre Ebu Kuz'a[52] diyor ki:
"Bir defasında sahabilerden Ebu Said Hudri'yi görmeye gitmiştim. Yanma vardığımda başı kalabalaktı. Ziyaretçiler dağılınca kendisine "Ben sana şu gidenlerin sordukları meseleleri sormayacağım. Benim senden sormak istediğim şey Peygamberimizin nasıl namaz kıldığıdır" dedim.
Önce bana "Bunu bilmenin sana bir hayrı olmaz" demesine rağmen aynı soruyu tekrar sorunca şunları söyledi; "O zamanlar Peygamberimiz öğle farzına durunca içimizden biri helaya gidip ihtiyacını giderdikten sonra evine varıp ab-dest alarak Mescide döndüğü takdirde namazı ilk rekatta yetişebiliyordu."[53]
Ebu Said'in bu sözlerinden, onun daha sonraki dönemlerde Peygamberimizin zamanından daha kısa şekilde namaz kılındığı görüşünde olduğunu anlıyoruz. Buhari ile Müslim'in bildirdiğine göre de sahabilerden Ebu Berze[54] bu konu ile ilgili olarak "peygamberimizin arkasında sabah namazı kılıp da Mescid'den çıkan herkes yanında kimin namaz kıldığını iyice hatırlardı (Namaz o kadar uzun sürerdi.) Peygamberimiz sabah farzının iki rekatında veya bir rekatında altmış ile yüz arasında değişen sayıda ayet okurdu."[55] demiştir. Ahmed b. Hanbel ile Nesai'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer "Rasuluîlah'ın bize namazları kısa tutmamızı emrettiği olduğu gibi bize "Saffat" suresini Zamm-ı sure olarak okuyarak namaz kıldırdığı da olmuştur."[56]
Bu arada Nesai ile İbn-i Mace'nin, Süleyman b. Yesar'a [57]dayanarak bildirdiğine göre bir defasında sahabiler-den Ebu Hureyre "Arkalarında namaz kıldığım imamlar arasında falanca kadar namazı Peygamberimizin namazına benzeyenini hiç görmedim" dedi. Bu konuşmayı nakleden Süleymen b. Yesar diyor ki: "Ebu Hureyre'nin sözünü ettiği kimse öğle farzının ilk iki rekatını uzatır, son iki rekatını kısa tutardı, ikindi namazını kısa tutardı, akşamın farzında Zamm-ı sure olarak kısa surelerden birini, yatsı farzında orta uzunluktaki surelerden birinini ve sabah farzında da uzun surelerden birini okurdu."[58]
Müslim'in, Ammar b. Yesar'a[59] dayanarak naklettiğine göre Peygamberimizin buyurduğu şu sözler de yukardaki rivayetleri destekler niteliktedir:
"İnsanın namazı uzun tutup hutbeyi kısa kesmesi din bilgisinin derin olduğunu gösterir. Buna göre namazı uzatınız ve hutbeyi kısa kesiniz. Kuşkusuz güzel konuşmada büyüleme gücü vardır."[60]
Burada Peygamberimiz namazı uzun tutmayı kişinin din bilgisinin belirtisi sayarak onu uzatmayı emrettiği görülüyor. Bu emir ya genel olarak bütün namazlarla ilgilidir veya Peygamberimizin bu sözleri ile sadece cuma namazım kasdetmiştir. Eğer bu emir genel karakterli ise söylenecek bir şey yok. Fakat eğer bu emirle sadece cuma namazı kas-dedİlmiş ise, bu namazdaki cemaatın diğer namazlardakin-den daha kalabalık olduğu ve bu kalabalık arasına güçsüzlerin, yaşlıların ve sıkışmışların bulunabileceğini, üstelik bu namazın iki hutbenin arkasından ve günün en sıcak saatlerinde kılındığı gözönüride tutulunca sabah ve benzeri serin saatlerde ve nisbeten az sayıda cemaatle kılınan namazların haydi haydi uzun tutulacağı sonucu çıkar.
Bu açıklamayı yapmamızın sebebi şudur. Az yukarda sa-habilerden Enes'in, Peygamberimizin namazını takdir ettiğini belirtmiştik. Düşündük ki bu iki hadisi işiten kimse bunların arasında çelişki olduğunu sanabilir veya bazı kimseler bu hadislerdin birini görmezlikten gelip öbürüne sarılabilir ve sarıldığı hadisin manasını anlayabilir.
Sözlerimizin burasında bir kaç sayfa önce yer verdiğimiz sahabilerden Enes'in rivayet ettiği şu hadisi tekrar ele alalım:
"Kendi kendinize görevlerinizi ağırlattırmayınız, yoksa Allah da size ağır görevler yükler. Çünü sizden önceki bazı kavimler kendilerine ağır görevler yükledikleri için Allah da onlara ağır görevler yükledi. Şimdi manastırlarda ve kilise köşelerinde gördüğünüz kimseler işte o kavimlerin kalıntılarıdır. Onlar daha önce Allah'ın üzerlerine yazmamış olduğu ruhbanlığı kendileri uydurdular."
Görüldüğü gibi bu hadiste Peygamberimiz, şeriata eklemeler yaparak dini zorlaştırmayı yasaklıyor. Bu ağırlaştırma, bazan vacip veya müstehap olmayan ibadetleri vacip veya müstehap sayarak ve kimi zaman da haram veya mekruh olmayan şeyleri haram veya mekruh sayarak olur. Peygamberimiz bu yasaklamanın gerekçesini belirtirken vaktiyle kendilerine ağır görevler yüklemenin hristiyanlara daha sonra Allah'ın da ağır görevler yüklediğini ve sonunda işin bu gün gelenekleştirdikleri ve kendi uydurmaları olan ruhbanlığa kadar vardığını anlatıyor. [61]
Sıratı Mustakim