KULUN ALLAH'A YAKLAŞMASI
Yaklaşmanın çeşitli yorumları üzerine:
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Secde et ve yaklaş. (Alak: 96/19)
"Allah'tan korkun ve O'na yol arayın. (Maide: 5/35)
"Onların taptıkları da hangisi daha yakındır diye Rablerine (yaklaşmak için) vesile ararlar." (İsra: 17/57) "Eğer o yaklaştırılmış kimselerden ise. (Vakıa: 56/88)
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Kim bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir kulaç yaklaşırım.[1]
"Kulum, üzerine farz kıldığım şeyleri eda etmek kadar başka hiçbir işle bana daha yakın olamaz. Ve ben onu sevinceye kadar, o, nafilelerle bana yaklaşmaya devam eder. [2]
"Onların her birisi birer kurban sunmuşlardı. Birininki kabul edildi. (Maide: 5/27)
"Bize ateşin yiyip bitireceği bir kurban getirmedikçe. (Al-i İmran: 3/183)
gibi ayetlerde geçen "kurban" ve benzeri kelimeler, kulun yapmış olduğu birtakım ilim ve amellerin, kendisinin ortaya koyduğu bir hareketle ve bir halden bir başka hale geçmekle meydana geldiğini göstermektedir.
Bununla birlikte ya ruhu ve zatiyla hareket etmekte, ya da etmemektedir. Eğer bunlar harekete geçecek olursa, onun bu hareketi ya Allah'ın (c.c.) zatına veya başka bir şefi) Buhari Tevhid: 15, 50 Tevbe: 1; Müslim Zikir: 2, 3,
ye doğrudur. Eğer bu hareket Allah'ın zatına doğru bir hareket ise, yüce Allah'ın o kişiye yaklaşması, gitmesi, gelmesi gibi fiiller üzerinde durmak gerekir. Çünkü Allah'ın bu yakınlaşması ya kulun yaklaşmasının bir mükafatıdır, ya da yüce Allah'ın dünya semasına inmesi gibi şekillerde ortaya çıkması söz konusudur.
Bu konuda ilk olarak felsefe ile uğraşanların görüşlerini ele alalım. Onlar şöyle der: "Ruh bedenin ne içindedir, ne dışındadır. O ne hareket, ne de sükun ile nitelendirilebilir." İslam dinine bağlı olan bazı kimseler de bu konuda felsefecilere uymuştur.
Bunlara göre kulun yakınlaşması, nefsindeki birtakım ayıp ve kusurları gidererek, güzel sıfatlar ile onu kemale doğru ulaştırıp Rabbe yaklaşacak hale getirmesi, anlam bakımından ona benzerlik noktasına yaklaştırması demektir. Bunlara göre; felsefe, insanın gücü oranında ilaha benzemeye çalışmasıdır. Ruhun hareket etmesi ise imkansızdır.
Meleklerin yakınlığı ile ilgili olarak da aynı şeyleri söylerler. Nefsin kusurlarından arındırılarak, kişinin kendisini güzellikler ile donatıp nefsini kemale doğru götürmesini hak kabul etmeleri yanında, bunun ötesini reddetmeleri bir hatadır. Onlar insanın cisminin Rabbin eserlerinin zuhur ettiği mescitler, semavat, ariflerin bulundukları yerler gibi mekanlara doğru hareket ettiğini kabul ederler.
Bunlara göre Rasulullah'ın (s.a.v.) miracı, sadece kainatın gerçeklerinin ona açılması anlamını taşır. Nitekim İbn Sina ve Aynu'I- Kudat gibi onu izleyenlerle, "el-Metalibu'i-Aliye" adlı eserinde İbnu'l-Hatib gibi kimseler miracı bu şekilde yorumlamaktadırlar.
İkinci görüş, Allah'ın (c.c.) Arş'ın üzerinde olmadığını, O'na Arş'ı ve Kürsr yi nisbet etmenin aynı şeyler olduğunu söyleyen, "O alemin ne içinde ve ne de dışındadır." diyen kelamcıların görüşüdür. Ancak bunlar kulun ve meleklerin hareketliliğini kabul ederek şöyle derler: "Kulun Allah'a (c.c.) yakın olması, kişiliğinin Allah (c.c.) katında şerefli olan mekanlara doğru hareketidir. Bu mekanlar ise Semalar, Hamele-i Arş ve Cennet'tir." Rasulullah'ın (s.a.v.) miracını da bu şekilde açıklarlar. Bunlar ve bunlardan öncekiler, kulun bedeninin ibadet esnasında olduğu gibi, şerefli mekanlara doğru hareket etmesi konusunda görüş birliğinde olmakla beraber, nefsinin hareketi konusunda anlaşmazlık içindedirler.
Birinciler "Nefsin Hareketi"ni onun bir halden bir hale geçmesi anlamında kabul eder ve bir mekandan başka bir mekana geçmesi anlamında kabul etmezler. Aynı şekilde cismin ve ruhun hareketi konusunda ittifak etmekle birlikte, diğerlerine göre bu hareket, Allah'ın (c.c.) marifetinin fark edildiği gökler, mescitler, Allah'ın (c.c.) velileri, Allah'ın (c.c.) isim ve ayetlerinin tecelli mekanları gibi yerlere doğru hareket şeklindedir.
Üçüncü görüş Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'in görüşüdür. Bunlar Allah'ı (c.c.) Arş üzerinde kabul ederler. Arş'ı taşıyanların kendilerinin dışında kalanlara oranla ve üst semadaki meleklerin, ikinci semadaki meleklere göre Allah'a (c.c.) daha yakın olduğunu, Rasulullah (s.a.v.) semalara miraca çıkınca, miracında ve yükselişinde ilerledikçe daha yakın olduğunu ve Allah'a (c.c.) doğru yükseldiğini, onun sadece bir mahlukuna doğru olmadığını, namaz kılanın ruhunun secde halinde -bedeni aşağılarda olsa bile- Allah'a (c.c.) yaklaştığını kabul ederler. İşte Kitab'ın nasslannm ifade ettiği de budur.
Diğer taraftan "Rabbin kuluna yaklaşması" konusuna gelince: Rabbin yakınlaşması, acaba bu yakınlığın gereklerinden midir? Mesela, haccedilen Beyt, duvar ve dam gibi yerinde hareketsiz duran herhangi bir şeye doğru gittikçe ona yaklaşmış olmak türünden midir, yoksa Rabbin de yaptığı
bir çeşit yakınlık mıdıv? Yani sen. sana doğru hareket etmekte olan bir şeye yaklaşma halinde olduğun gibi o da sana doğru hareket edip yaklaşır mı: yani sen bir iş yaparken o da başka bir iş mi yapmaktadır? Bu konuda Ehl-i Sünnet'in iki ayrı görüşü vardır ve bu görüşler bundan önce geçmiş bulunan "Sıfat-ı Fiiliye" kaidesi ile ilgili bulunmaktadır. Nüzul meselesi ve diğer meselelerde olduğu gibi. bu konuda yapılması gereken açıklamalar da bundan önce geçmişti.
Rabbin has kullarına yaklaşıp kalplerine tecelli etmesiyle ilgili rivayetler bu türdendir. Nitekim İmam Ahmed'in "Zühd" adlı eserinde şu rivayet kaydedilmiştir:
Musa (a.s.) dedi ki: "Rabbim seni nerede bulabilirim?" Rabbi şöyle buyurdu:
"Benim uğrumda kalpleri kırık olanların yanında. Her gün onlara bir karış yaklaşırım. Bu olmasaydı o kalpler yanardı."
Bu tür yakınlaşma, felsefecilerle Cehmiyye'ye göre, O'mın sadece zuhuru ve kulun kalbine tecellisidir. Bu misal (ide)in yakınlaşmasıdır.
Diğer taraftan felsefeciler ruhun hareketini kabul etmezken. Cehmiyye ruhun yüksek bir mekana doğru hareketinin caiz olduğunu kabul etmektedir. Ehl-i Sünnete göre ise, tecelli ve zuhur ile birlikte, kulun zatı Rabbinin zatına yaklaşır, Allah'ın (c.c.) zatının kula doğru yakınlaşmasının (tlünuv) cevazı konusunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bu görüşleri başka yerde geniş bir şekilde açıkladık.
Kelamcılardan bunu kabul etmeyenlerin görüşüne göre, Rabbin gelmesi ve nüzulü, ancak O'nun kuluna tecellisi ve zuhuru ile olabilir. Buda, kul ile birlikte bulunan batini, ya da zahiri müşahedeyi engelleyen perdelerin kalkması şartına bağlıdır. Nitekim kör. ya da ışıktan gözleri kamaşan bir kimse, körlüğü geçip gözleri açıldığında, güneşi veay'ı gördüğünde: "Güneş ve Ay bana göründü" der. Bu, felsefi-
cilerden, Mutezile ve Eş'ariye'den yakınlaşmayı reddedenlerin görüşüdür. Şu katlar var ki Eş'ariler, Mutezile'nin kabul etmediği bazı konularda rü'yet'i kabul ederler. Aralarında kastettikleri anlamda onlara uyum gösterenler de vardır.
ibniteymiyye külliyatı
Yaklaşmanın çeşitli yorumları üzerine:
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Secde et ve yaklaş. (Alak: 96/19)
"Allah'tan korkun ve O'na yol arayın. (Maide: 5/35)
"Onların taptıkları da hangisi daha yakındır diye Rablerine (yaklaşmak için) vesile ararlar." (İsra: 17/57) "Eğer o yaklaştırılmış kimselerden ise. (Vakıa: 56/88)
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Kim bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir kulaç yaklaşırım.[1]
"Kulum, üzerine farz kıldığım şeyleri eda etmek kadar başka hiçbir işle bana daha yakın olamaz. Ve ben onu sevinceye kadar, o, nafilelerle bana yaklaşmaya devam eder. [2]
"Onların her birisi birer kurban sunmuşlardı. Birininki kabul edildi. (Maide: 5/27)
"Bize ateşin yiyip bitireceği bir kurban getirmedikçe. (Al-i İmran: 3/183)
gibi ayetlerde geçen "kurban" ve benzeri kelimeler, kulun yapmış olduğu birtakım ilim ve amellerin, kendisinin ortaya koyduğu bir hareketle ve bir halden bir başka hale geçmekle meydana geldiğini göstermektedir.
Bununla birlikte ya ruhu ve zatiyla hareket etmekte, ya da etmemektedir. Eğer bunlar harekete geçecek olursa, onun bu hareketi ya Allah'ın (c.c.) zatına veya başka bir şefi) Buhari Tevhid: 15, 50 Tevbe: 1; Müslim Zikir: 2, 3,
ye doğrudur. Eğer bu hareket Allah'ın zatına doğru bir hareket ise, yüce Allah'ın o kişiye yaklaşması, gitmesi, gelmesi gibi fiiller üzerinde durmak gerekir. Çünkü Allah'ın bu yakınlaşması ya kulun yaklaşmasının bir mükafatıdır, ya da yüce Allah'ın dünya semasına inmesi gibi şekillerde ortaya çıkması söz konusudur.
Bu konuda ilk olarak felsefe ile uğraşanların görüşlerini ele alalım. Onlar şöyle der: "Ruh bedenin ne içindedir, ne dışındadır. O ne hareket, ne de sükun ile nitelendirilebilir." İslam dinine bağlı olan bazı kimseler de bu konuda felsefecilere uymuştur.
Bunlara göre kulun yakınlaşması, nefsindeki birtakım ayıp ve kusurları gidererek, güzel sıfatlar ile onu kemale doğru ulaştırıp Rabbe yaklaşacak hale getirmesi, anlam bakımından ona benzerlik noktasına yaklaştırması demektir. Bunlara göre; felsefe, insanın gücü oranında ilaha benzemeye çalışmasıdır. Ruhun hareket etmesi ise imkansızdır.
Meleklerin yakınlığı ile ilgili olarak da aynı şeyleri söylerler. Nefsin kusurlarından arındırılarak, kişinin kendisini güzellikler ile donatıp nefsini kemale doğru götürmesini hak kabul etmeleri yanında, bunun ötesini reddetmeleri bir hatadır. Onlar insanın cisminin Rabbin eserlerinin zuhur ettiği mescitler, semavat, ariflerin bulundukları yerler gibi mekanlara doğru hareket ettiğini kabul ederler.
Bunlara göre Rasulullah'ın (s.a.v.) miracı, sadece kainatın gerçeklerinin ona açılması anlamını taşır. Nitekim İbn Sina ve Aynu'I- Kudat gibi onu izleyenlerle, "el-Metalibu'i-Aliye" adlı eserinde İbnu'l-Hatib gibi kimseler miracı bu şekilde yorumlamaktadırlar.
İkinci görüş, Allah'ın (c.c.) Arş'ın üzerinde olmadığını, O'na Arş'ı ve Kürsr yi nisbet etmenin aynı şeyler olduğunu söyleyen, "O alemin ne içinde ve ne de dışındadır." diyen kelamcıların görüşüdür. Ancak bunlar kulun ve meleklerin hareketliliğini kabul ederek şöyle derler: "Kulun Allah'a (c.c.) yakın olması, kişiliğinin Allah (c.c.) katında şerefli olan mekanlara doğru hareketidir. Bu mekanlar ise Semalar, Hamele-i Arş ve Cennet'tir." Rasulullah'ın (s.a.v.) miracını da bu şekilde açıklarlar. Bunlar ve bunlardan öncekiler, kulun bedeninin ibadet esnasında olduğu gibi, şerefli mekanlara doğru hareket etmesi konusunda görüş birliğinde olmakla beraber, nefsinin hareketi konusunda anlaşmazlık içindedirler.
Birinciler "Nefsin Hareketi"ni onun bir halden bir hale geçmesi anlamında kabul eder ve bir mekandan başka bir mekana geçmesi anlamında kabul etmezler. Aynı şekilde cismin ve ruhun hareketi konusunda ittifak etmekle birlikte, diğerlerine göre bu hareket, Allah'ın (c.c.) marifetinin fark edildiği gökler, mescitler, Allah'ın (c.c.) velileri, Allah'ın (c.c.) isim ve ayetlerinin tecelli mekanları gibi yerlere doğru hareket şeklindedir.
Üçüncü görüş Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'in görüşüdür. Bunlar Allah'ı (c.c.) Arş üzerinde kabul ederler. Arş'ı taşıyanların kendilerinin dışında kalanlara oranla ve üst semadaki meleklerin, ikinci semadaki meleklere göre Allah'a (c.c.) daha yakın olduğunu, Rasulullah (s.a.v.) semalara miraca çıkınca, miracında ve yükselişinde ilerledikçe daha yakın olduğunu ve Allah'a (c.c.) doğru yükseldiğini, onun sadece bir mahlukuna doğru olmadığını, namaz kılanın ruhunun secde halinde -bedeni aşağılarda olsa bile- Allah'a (c.c.) yaklaştığını kabul ederler. İşte Kitab'ın nasslannm ifade ettiği de budur.
Diğer taraftan "Rabbin kuluna yaklaşması" konusuna gelince: Rabbin yakınlaşması, acaba bu yakınlığın gereklerinden midir? Mesela, haccedilen Beyt, duvar ve dam gibi yerinde hareketsiz duran herhangi bir şeye doğru gittikçe ona yaklaşmış olmak türünden midir, yoksa Rabbin de yaptığı
bir çeşit yakınlık mıdıv? Yani sen. sana doğru hareket etmekte olan bir şeye yaklaşma halinde olduğun gibi o da sana doğru hareket edip yaklaşır mı: yani sen bir iş yaparken o da başka bir iş mi yapmaktadır? Bu konuda Ehl-i Sünnet'in iki ayrı görüşü vardır ve bu görüşler bundan önce geçmiş bulunan "Sıfat-ı Fiiliye" kaidesi ile ilgili bulunmaktadır. Nüzul meselesi ve diğer meselelerde olduğu gibi. bu konuda yapılması gereken açıklamalar da bundan önce geçmişti.
Rabbin has kullarına yaklaşıp kalplerine tecelli etmesiyle ilgili rivayetler bu türdendir. Nitekim İmam Ahmed'in "Zühd" adlı eserinde şu rivayet kaydedilmiştir:
Musa (a.s.) dedi ki: "Rabbim seni nerede bulabilirim?" Rabbi şöyle buyurdu:
"Benim uğrumda kalpleri kırık olanların yanında. Her gün onlara bir karış yaklaşırım. Bu olmasaydı o kalpler yanardı."
Bu tür yakınlaşma, felsefecilerle Cehmiyye'ye göre, O'mın sadece zuhuru ve kulun kalbine tecellisidir. Bu misal (ide)in yakınlaşmasıdır.
Diğer taraftan felsefeciler ruhun hareketini kabul etmezken. Cehmiyye ruhun yüksek bir mekana doğru hareketinin caiz olduğunu kabul etmektedir. Ehl-i Sünnete göre ise, tecelli ve zuhur ile birlikte, kulun zatı Rabbinin zatına yaklaşır, Allah'ın (c.c.) zatının kula doğru yakınlaşmasının (tlünuv) cevazı konusunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bu görüşleri başka yerde geniş bir şekilde açıkladık.
Kelamcılardan bunu kabul etmeyenlerin görüşüne göre, Rabbin gelmesi ve nüzulü, ancak O'nun kuluna tecellisi ve zuhuru ile olabilir. Buda, kul ile birlikte bulunan batini, ya da zahiri müşahedeyi engelleyen perdelerin kalkması şartına bağlıdır. Nitekim kör. ya da ışıktan gözleri kamaşan bir kimse, körlüğü geçip gözleri açıldığında, güneşi veay'ı gördüğünde: "Güneş ve Ay bana göründü" der. Bu, felsefi-
cilerden, Mutezile ve Eş'ariye'den yakınlaşmayı reddedenlerin görüşüdür. Şu katlar var ki Eş'ariler, Mutezile'nin kabul etmediği bazı konularda rü'yet'i kabul ederler. Aralarında kastettikleri anlamda onlara uyum gösterenler de vardır.
ibniteymiyye külliyatı