“Bu işi daha iyi bilenler ‘Müslümanlıkla Milliyetçilik’ arasındaki ilişkiyi anlatsınlar. Anlatsınlar ki Müslümanlıkla milliyetçilik birarada olur mu? Yoksa birileri bizi kandırıyor mu? Öğrenip anlayalım.”
Ahmet Altan böyle bir soruyla bitirmiş Taraf’ın 19.03.2010 tarihli nüshasındaki yazısını.
“Bu işi daha iyi bilenler”i bir kenara alıp Yaradan’a sığınarak Ahmet Altan ve onun gibi samimi artık az bulunan “bu işi daha iyi bilenler’’ arasında da artık az bulunan, (kendileri için de değil) içinde yaşadıkları halklar için istikbal endişesi çeken çok az kişi için yazıyorum. Yayınlanıryayınlanmaz ama ben bunu bir vicdani görev bildim.
Ortalama kırk yıllık İslami araştırmalarımın sonuçlarını Ahmet’in sorusu paralelinde yanıtlamaya çalışacağım; bu arada “bu işi daha iyi bilen’’ bir molla çıkıp bana: “Ketebe, yektubu…’yu veya nasara yensuru…’yu çek bakalım” demezse elbet.
Cahiliyye dönemi
Biliyorsunuz Kutlu Çağ (Peygamber’in yaşadığı çağ) iki döneme ayrılır: Bi’setten önce ve sonra. Yani Peygamberlikten önce ve sonra. Bu anlamda Peygamber’in ilk daveti milattır. Kur’an’dan önce-Kur’an’dan sonra da denir. Önceki dönemin adı Cahiliyye dönemi. Ama nedense 1400 yıldır hiç kimse ikinci döneme ilmiyye dönemi dememiş. Hani cehaletin karşıtı ilim (bilgi)ydi ya.
Kur’an-ı Kerim’in çok kişinin bilmediği fevkalade bir edebi, literal, filolojik devrimi de var. Şu: O güne kadar Arab’ın elbette sözlük anlamıyla kullandığı bir sözcüğü alıp onu kavramlaştırıyor. Mesela Takva, cahiliye Arapçasında herhangi bir tehlikeden bir sığınak altına girmek. Mesela aslandan kaçarken bir mağaraya sığınmak. Kur’an bu sözcüğü alıp, inançla, toplumsal gelecekle, ahretle ilgili Tanrı’sal bir korkuya çeviriyor. Giderek takva dini ciddiye alan dindarlık oluyor Kur’an’a göre. Örnekler çoğaltılabilir, konumuza dönelim.
Arapça’da cahillik sözlük anlamıyla hepimizin bildiği ‘bilgisizlik’tir. Kur’an’da da yer yer bu anlamda da kullanılır ama mesela “Hamiyyet el cahiliyye’’ kesinlikle bu anlamda değildir. Bu terkip hiçbir zaman ‘bilmezliğin heyecanı, coşkusu’ diye çevrilemez. Abes olur. Çünkü bu bir kavramdır ve ‘Milliyetçilik’ yani ırkçılık demektir. (Milliyetçilikle ırkçılık arasında bir fark arama eğiliminde değilim.)*
Cahiliye Arabının hayatını anlamlandıracak, övüneceği, ataları ve çocuklarından başka hiçbir şeyi yoktu. Savaşlar da kabilelerin birbirlerine soyları sopları açısından onurda üstünlük savaşıydı. Bireylerinki de böyle idi ve aşiretlerin yaygın kan davalarının sebebi de buydu.
Arap, İslam ile ilk kez, soylarının soplarının hiçbir şey olduğunu gördü ve buna şiddetle direndi. ‘Atalarımız!’ dediler başka birşey demediler çünkü başka birşeyleri gerçekten yoktu. İslam onlara, başka şeylerin var olduğunu, sevinilecek, üzülünecek, uğrunda illa savaşılacaksa, Adalet, ukubat (herkesin yaptığı kötülüklerin hesabını vereceği bir günün geleceği) korkusunu, Adam gibi adam olmayı (ameli Salih), Fedakarlık, yardımseverlik, Gâvur olsun Müslim olsun, mazlum olan herkesin hakkı için savaşılmasını, Zalimle şavaş gibi idealleri getirdi.
Cahiliye arabı işte bunların cahiliydi. Bundan dolayı Kur’an onları ‘bir de soyunuz sopunuz için heyecanlanıyor, coşuyor adam öldürüyorsunuz’ diyerek kınadı “hamiyyet el cahiliyye’’
Atalar katilse sahip çıkılmaz
Ahmet diyor ki: “Bu işi daha iyi bilenler Müslümanlıkla milliyetçilik arasındaki ilişkiyi anlatsınlar”.
Var bir ilişki. Kur’an baştan sona ‘atalarının yolu (dini) üzere oldukları’nda ısrar edenleri hedef kitle olarak kınıyor. Yani milliyetçiliği... (Kimse yanlış anlamasın bu milliyetçilik denen şey son tahlilde ırkçılıktır. Şimdi zaten olumlu bir milliyetçilik ‘ırkçılık’tan bahsedeceğim) Kur’an işbu ‘ataların dini üzere olanları’ kınarken bir yerde de tam da onların ağzıyla: “De ki ben atalarım İbrahim’in (aleyhisselam) dini (yolu) üzereyim”. İslamda atalarla doğru-yanlış övünmek olmadığı gibi doğrudüzgün atalara sövmek de yok. Benim babam, iyi bir insan idiyse şunu söylememde hiçbir sakınca yoktur “Ben de babama layık bir evlat olmak istiyorum”. Ama ya baban katil idiyse, sapık, insanları dinleri, soyları, dilleri yüzünden aşağılayan biri idiyse… İşte Kur’an ‘bu atalara’ uymayı yasakladı, bu atalara uymayı ıslah etmeye çalıştı. Birey ya da toplumun babasını, ırkını yadsımasıyla ilahlaştırması çok farklı şeyler değildir. Ne yadsıyacaksın ne tapacaksın: İslamın ölçüsü bu konuda bu. Ahmet’in dediği gibi Tanrı vergisi şeylerimizle ne övünebiliriz, ne de yerinmemize gerek var. Meziyetse sen kazanmadın, eksiklikse senin kabahatinle oluşmadı. Vatandaşımız topal doğmuş bunu kendisi mi yaptı ki kendisini kınasın ya da bir başkası onu kınasın.
Müslümanlarda o heyecan yok
Bu bölümü bitirmeden şunları da söylersem öyle sanıyorum ki konu tamamlanır: İslam’da işbu ‘hamiyyet el cahiliye’ nin (soyum sopum kavgası) karşısına kavram olarak ‘hamiyyet el İslamiyye’ oturtulmuştur ama nasıl oturtulmuşsa, bilmiyorum, günümüzde hamiyet el cahiliye ile insanlar öldürülürken, bu, müslümanım diyenlerin İslamın saydığımız erdemleri uğrunda en küçük heyecanları yoktur maalesef.
(*) Bir gazete yazısı için akademik şeylerden elimden geldiği kadar kaçınmak istiyorum. Fakat bu kez de yeteri kadar anlaşılmama endişesi baş gösteriyor.
Millet Arapça ve herhangi bir dinin müntesiblerini ya da tek başına bir din olmuşluğu (çığır açmışlığı) ifade eder. Dinin ‘gidişat’ olduğunu söylemiştik. Irk ise Arapçada asebe kökünden asabiyettir. Türkçemizdeki asabiye bu anlama çok uzak değil ve handiyse genleri ifade eder (sinir).
Gündelik ve siyasi literatüre göre ise eskiden millet derken ‘herkes’ kast edilirdi. Bundan ötürü milliyetçilerle halkçılar vardı. Onlara göre millet toplumda yaşayan herkesi, halk ise emekçiyi, köylüyü vs. imlerdi.
Şimdiki kullanım böyle değil. Bugün için nerede milliyet veya milliyetçilik sözcüklerini görürseniz şundan emin olun ki bu kelimeyle ‘Türk milliyetçiliği’ ‘Kürt milliyetçiliği’ vs. kastedilmektedir. Etimolojik açıdan hiçbir dayanağı yoksa da bugün bu sözcüklerin anlamı budur. Doğrusu şu olmalıydı: ‘Türk asabiyeti (ırkı)’ ‘Kürt asabiyeti (ırkı)’ vs. Milliyetçiliğin ırkçılık olduğunu günümüz kullanım alanlarından çıkarıyorum demek istiyorum.
Bir de dinin kendisinin asabiyete (milliyetçiliğe) dönüşmüş olması söz konusu hemen her yüzyılda. Şunu bir İslam mümini olarak söylemiyorum: Gerçekten metinleri ve tarih içinde oynadığı oyunları açısından ‘asabiyete’ dönüştürülmesi en zor din İslam’dır. Şu kadarını söyleyeyim bu dinin metinleri izin vermiyor. “Elhamdulillahi rabbilalemin’ dediği zaman beş vakitte bir mümin “Galaksilerin rabbına hamdolsun’ demiyor ‘herkesin rabbına’ diyor. Yahudi, hıristiyan, putperest… herkesin. Ama mesela Yahudilik aynı zamanda bir ırkın adıdır, ben istesem de Yahudi olamam.
MURAT KAPKINER
Ahmet Altan böyle bir soruyla bitirmiş Taraf’ın 19.03.2010 tarihli nüshasındaki yazısını.
“Bu işi daha iyi bilenler”i bir kenara alıp Yaradan’a sığınarak Ahmet Altan ve onun gibi samimi artık az bulunan “bu işi daha iyi bilenler’’ arasında da artık az bulunan, (kendileri için de değil) içinde yaşadıkları halklar için istikbal endişesi çeken çok az kişi için yazıyorum. Yayınlanıryayınlanmaz ama ben bunu bir vicdani görev bildim.
Ortalama kırk yıllık İslami araştırmalarımın sonuçlarını Ahmet’in sorusu paralelinde yanıtlamaya çalışacağım; bu arada “bu işi daha iyi bilen’’ bir molla çıkıp bana: “Ketebe, yektubu…’yu veya nasara yensuru…’yu çek bakalım” demezse elbet.
Cahiliyye dönemi
Biliyorsunuz Kutlu Çağ (Peygamber’in yaşadığı çağ) iki döneme ayrılır: Bi’setten önce ve sonra. Yani Peygamberlikten önce ve sonra. Bu anlamda Peygamber’in ilk daveti milattır. Kur’an’dan önce-Kur’an’dan sonra da denir. Önceki dönemin adı Cahiliyye dönemi. Ama nedense 1400 yıldır hiç kimse ikinci döneme ilmiyye dönemi dememiş. Hani cehaletin karşıtı ilim (bilgi)ydi ya.
Kur’an-ı Kerim’in çok kişinin bilmediği fevkalade bir edebi, literal, filolojik devrimi de var. Şu: O güne kadar Arab’ın elbette sözlük anlamıyla kullandığı bir sözcüğü alıp onu kavramlaştırıyor. Mesela Takva, cahiliye Arapçasında herhangi bir tehlikeden bir sığınak altına girmek. Mesela aslandan kaçarken bir mağaraya sığınmak. Kur’an bu sözcüğü alıp, inançla, toplumsal gelecekle, ahretle ilgili Tanrı’sal bir korkuya çeviriyor. Giderek takva dini ciddiye alan dindarlık oluyor Kur’an’a göre. Örnekler çoğaltılabilir, konumuza dönelim.
Arapça’da cahillik sözlük anlamıyla hepimizin bildiği ‘bilgisizlik’tir. Kur’an’da da yer yer bu anlamda da kullanılır ama mesela “Hamiyyet el cahiliyye’’ kesinlikle bu anlamda değildir. Bu terkip hiçbir zaman ‘bilmezliğin heyecanı, coşkusu’ diye çevrilemez. Abes olur. Çünkü bu bir kavramdır ve ‘Milliyetçilik’ yani ırkçılık demektir. (Milliyetçilikle ırkçılık arasında bir fark arama eğiliminde değilim.)*
Cahiliye Arabının hayatını anlamlandıracak, övüneceği, ataları ve çocuklarından başka hiçbir şeyi yoktu. Savaşlar da kabilelerin birbirlerine soyları sopları açısından onurda üstünlük savaşıydı. Bireylerinki de böyle idi ve aşiretlerin yaygın kan davalarının sebebi de buydu.
Arap, İslam ile ilk kez, soylarının soplarının hiçbir şey olduğunu gördü ve buna şiddetle direndi. ‘Atalarımız!’ dediler başka birşey demediler çünkü başka birşeyleri gerçekten yoktu. İslam onlara, başka şeylerin var olduğunu, sevinilecek, üzülünecek, uğrunda illa savaşılacaksa, Adalet, ukubat (herkesin yaptığı kötülüklerin hesabını vereceği bir günün geleceği) korkusunu, Adam gibi adam olmayı (ameli Salih), Fedakarlık, yardımseverlik, Gâvur olsun Müslim olsun, mazlum olan herkesin hakkı için savaşılmasını, Zalimle şavaş gibi idealleri getirdi.
Cahiliye arabı işte bunların cahiliydi. Bundan dolayı Kur’an onları ‘bir de soyunuz sopunuz için heyecanlanıyor, coşuyor adam öldürüyorsunuz’ diyerek kınadı “hamiyyet el cahiliyye’’
Atalar katilse sahip çıkılmaz
Ahmet diyor ki: “Bu işi daha iyi bilenler Müslümanlıkla milliyetçilik arasındaki ilişkiyi anlatsınlar”.
Var bir ilişki. Kur’an baştan sona ‘atalarının yolu (dini) üzere oldukları’nda ısrar edenleri hedef kitle olarak kınıyor. Yani milliyetçiliği... (Kimse yanlış anlamasın bu milliyetçilik denen şey son tahlilde ırkçılıktır. Şimdi zaten olumlu bir milliyetçilik ‘ırkçılık’tan bahsedeceğim) Kur’an işbu ‘ataların dini üzere olanları’ kınarken bir yerde de tam da onların ağzıyla: “De ki ben atalarım İbrahim’in (aleyhisselam) dini (yolu) üzereyim”. İslamda atalarla doğru-yanlış övünmek olmadığı gibi doğrudüzgün atalara sövmek de yok. Benim babam, iyi bir insan idiyse şunu söylememde hiçbir sakınca yoktur “Ben de babama layık bir evlat olmak istiyorum”. Ama ya baban katil idiyse, sapık, insanları dinleri, soyları, dilleri yüzünden aşağılayan biri idiyse… İşte Kur’an ‘bu atalara’ uymayı yasakladı, bu atalara uymayı ıslah etmeye çalıştı. Birey ya da toplumun babasını, ırkını yadsımasıyla ilahlaştırması çok farklı şeyler değildir. Ne yadsıyacaksın ne tapacaksın: İslamın ölçüsü bu konuda bu. Ahmet’in dediği gibi Tanrı vergisi şeylerimizle ne övünebiliriz, ne de yerinmemize gerek var. Meziyetse sen kazanmadın, eksiklikse senin kabahatinle oluşmadı. Vatandaşımız topal doğmuş bunu kendisi mi yaptı ki kendisini kınasın ya da bir başkası onu kınasın.
Müslümanlarda o heyecan yok
Bu bölümü bitirmeden şunları da söylersem öyle sanıyorum ki konu tamamlanır: İslam’da işbu ‘hamiyyet el cahiliye’ nin (soyum sopum kavgası) karşısına kavram olarak ‘hamiyyet el İslamiyye’ oturtulmuştur ama nasıl oturtulmuşsa, bilmiyorum, günümüzde hamiyet el cahiliye ile insanlar öldürülürken, bu, müslümanım diyenlerin İslamın saydığımız erdemleri uğrunda en küçük heyecanları yoktur maalesef.
(*) Bir gazete yazısı için akademik şeylerden elimden geldiği kadar kaçınmak istiyorum. Fakat bu kez de yeteri kadar anlaşılmama endişesi baş gösteriyor.
Millet Arapça ve herhangi bir dinin müntesiblerini ya da tek başına bir din olmuşluğu (çığır açmışlığı) ifade eder. Dinin ‘gidişat’ olduğunu söylemiştik. Irk ise Arapçada asebe kökünden asabiyettir. Türkçemizdeki asabiye bu anlama çok uzak değil ve handiyse genleri ifade eder (sinir).
Gündelik ve siyasi literatüre göre ise eskiden millet derken ‘herkes’ kast edilirdi. Bundan ötürü milliyetçilerle halkçılar vardı. Onlara göre millet toplumda yaşayan herkesi, halk ise emekçiyi, köylüyü vs. imlerdi.
Şimdiki kullanım böyle değil. Bugün için nerede milliyet veya milliyetçilik sözcüklerini görürseniz şundan emin olun ki bu kelimeyle ‘Türk milliyetçiliği’ ‘Kürt milliyetçiliği’ vs. kastedilmektedir. Etimolojik açıdan hiçbir dayanağı yoksa da bugün bu sözcüklerin anlamı budur. Doğrusu şu olmalıydı: ‘Türk asabiyeti (ırkı)’ ‘Kürt asabiyeti (ırkı)’ vs. Milliyetçiliğin ırkçılık olduğunu günümüz kullanım alanlarından çıkarıyorum demek istiyorum.
Bir de dinin kendisinin asabiyete (milliyetçiliğe) dönüşmüş olması söz konusu hemen her yüzyılda. Şunu bir İslam mümini olarak söylemiyorum: Gerçekten metinleri ve tarih içinde oynadığı oyunları açısından ‘asabiyete’ dönüştürülmesi en zor din İslam’dır. Şu kadarını söyleyeyim bu dinin metinleri izin vermiyor. “Elhamdulillahi rabbilalemin’ dediği zaman beş vakitte bir mümin “Galaksilerin rabbına hamdolsun’ demiyor ‘herkesin rabbına’ diyor. Yahudi, hıristiyan, putperest… herkesin. Ama mesela Yahudilik aynı zamanda bir ırkın adıdır, ben istesem de Yahudi olamam.
MURAT KAPKINER